Yargıtay İçtihatları Eşliğinde Deprem Sonrası Tazminat Davası ve Ceza Yargılaması

YARGITAY İÇTİHATLARI EŞLİĞİNDE DEPREM SONRASI TAZMİNAT DAVASI ve CEZA YARGILAMASI

Ülkemizde yaşanan deprem sonucu birçok kişi hayatını kaybetmiş , taşınmazı kullanılamaz hale gelmiştir.Bu durumda merak edilen konu depremzede ve yakınlarının zararlarını kimden ve nasıl alacağı, sorumlular konusudur. Bu makalemizde bu sorulara Yargıtay içtihatları ışığında cevap vereceğiz.

DEPREM SONRASINDA EVİM YIKILDI DASKTAN PARA ALABİLİR MİYİM?

Bu durumda ilk önce evinizin “zorunlu deprem sigortası” bulunup bulunmadığı önem arzetmektedir. Eğer zorunlu deprem sigortası yapılmış ise gerekli prosedürler tamamlandıktan sonra DASK a başvuru yapılması ve ödemenin beklenmesi gerekmektir. DASK tarafından verilen azami teminat tutarı, 25 Kasım 2022 tarihinden itibaren bütün yapı tiplerinde 640 Bin TL’dir. Ancak bu tutarın başvuruyla birlikte hemen ödeneceği de garanti değildir. Zira mevzuatta ödeme koşulları çok sıkı şartlara tabi tutulmuştur. Bu bağlamda aşağıdaki içtihatta depremzedenin tazminat talebi reddedilmiştir.

T.C YARGITAY 17.Hukuk Dairesi Esas: 2019/ 3440 Karar: 2020 / 6805 Karar Tarihi: 10.11.2020

“..Davacı vekili, müvekkilinin … Bankasından 04/03/2008 tarihli konut finansmanı sistemi sözleşmesine dayalı kredi ile satın aldığı konutun davalı … şirketine … poliçe numarası ile zorunlu deprem sigortalı iken 19/05/2011 tarihinde meydana gelen depremde az hasar gördüğünü, davalı Bankaya yapılan başvuru üzerine müvekkiline ait konuta 04/03/2008 tarihi ile 04/03/2009 tarihi arasında zorunlu deprem sigortası yapıldığını, 05/03/2009 ile 27/05/2011 tarihi arasında Banka tarafından zorunlu deprem sigortası yapılmadığının tespit edildiğini, 27/05/2011 tarihinden sonra Simav’da devam eden depremler sonucunda binaya önce orta hasar daha sonra ağır hasar raporu verildiğini ve yıkım işlemi gerçekleştirildiğini, zararın ödenmesi için müvekkilinin Doğal Afet Sigortaları Kurumuna başvurduğunu, ancak olumlu cevap alamadığını, mağdur edildiğini, davalıların sorumluluklarını yerine getirmediğini ileri sürerek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile 72.800,00 TL zararın, 19/05/2011 tarihinden itibaren işleyecek reeskont faizi ve yargılama giderleriyle birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini istemiştir.

Davalılar vekilleri, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada; dava dayanağı 04/03/2008-04/03/2009 dönemli ilk poliçe bitiminden 2 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen davacı sigortalının zorunlu olan DASK sigortasının süresinin dolup dolmadığını takip etme ve sigortayı yeniletme konusunda kendisine düşen özen yükümlülüğünü yerine getirmediğinden kusuru olduğu gibi aradan 2 yıldan fazla bir süre geçmesine rağmen uzun süre dask poliçesini yenilemeyen ve yenilenmesi yönünde girişimde bulunmayan, ilçede yeni depremler meydana gelmesi üzerine riziko tarihinden sonra 27/05/2011 tarihli dask poliçesini yaptıran davacının MK 2 anlamında iyi niyetinden bahsetmek mümkün olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosya içeriğine, bozmaya uygun karar verilmiş olmasına, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre davacı vekilinin tüm temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA ..”

DASK POLİÇEMİ YENİLEMEDİM TAZMİNAT ALABİLİR MİYİM ?

Bu soruya olumlu cevap vermek gerekebilir. Çünkü Yargıtay sigorta yenileneme işlemlerinin şirketlerin sorumluluğunda olduğuna hükmetmiştir.

T.C YARGITAY 17. Hukuk Dairesi Esas: 2019 / 4821 Karar: 2020 / 6732 Karar Tarihi: 09.11.2020

“..Davacı vekili; Van ilinde 23/10/2011 ve 09/11/2011 tarihlerinde meydana gelen depremler nedeniyle dava konusu konutunun ağır hasar gördüğünden yıkımına karar verildiğini, 2012 yılının Nisan ayında binanın yıkıldığını, müvekkili ile davalı banka arasında kurulan kredi sözleşmesinden sonra davalı banka tarafından Groupama Sigorta AŞ muhatap kılınarak 22/06/2010-2011 başlangıç ve bitiş tarihli zorunlu deprem sigortası yapıldığını, bitiş tarihinden sonra DASK poliçesinin yenilenmediğini ve banka tarafından bildirim yapma görevlerini yerine getirerek müvekkilinin haberdar edilmediğini, zorunlu olan DASK sigortası yenilenmediği için müvekkilinin meydana gelen zararını DASK kapsamında tazmin edemediğini, bu durumun müvekkilinin ağır mağduriyetine neden olduğunu belirterek fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla şimdilik 10.000,00 TL’nin 23/10/2011 tarihinden itibaren işleyen yasal faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.

Davacı vekili, Yargıtay bozma ilamından sonra asıl davada 22.01.2019 havale tarihli dilekçesinde, bilirkişi raporunda zararın 77.518,00 TL olarak hesaplandığını, Yargıtay bozma ilamı gereğince müvekkili ve davalı bankanın ortak kusuru bulunması nedeniyle % 50 oranında kusur indirimi yapılması halinde zararın 38.759,00 TL olduğunu belirterek maddi tazminat talebini bilirkişi raporu doğrultusunda 38.759,00 TL’ye yükseltmiş, deprem tarihi olan 09/11/2011 tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Birleşen davada davacı vekili, asıl davada temyizden sonra yapılan bilirkişi incelemesi neticesinde davacının zararının 77.518,00 TL olduğunun belirlendiğini, münferit zarar nedeniyle davalı bankanın sorumlu olduğu 38.759,00 TL’den asıl davada 10.000,00 TL talep edilmiş olduğundan kalan 28.759,00 TL’nin, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydıyla, 9.11.2011 tarihinden itibaren işleyecek ticari faiziyle birlikte davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. Mahkemece, Dairenin 14.05.2018 tarih 2015/16084 Esas-2018/4963 karar sayılı bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucunda asıl ve birleşen davanın kabulü ile toplam 38.759,00 TL alacağın 23/11/2011 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak, davacıya verilmesine, dair karar verilmiş; hüküm, asıl ve birleşen davada davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Dosya içeriğine, bozmaya uygun karar verilmiş olmasına, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere, delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre asıl ve birleşen davada davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usul ve yasaya uygun bulunan hükmün ONANMASINA,..”

Türk Reasürans & Doğal Afet Sigortaları Kurumu (DASK) Genel Müdürlüğü açıklamasına göre, şu ana kadar taraflarına ulaşmış 30 bini aşkın hasar ihbarının işleme alındığını ve depremin üzerinden henüz 24 saat geçmeden ilk hasar ödemesini gerçekleştirdiklerini belirtilmiştir. Bu aşamada vakit kaybetmeksizin hasar ihbarı yapılması gerektiği kanaatindeyiz.

EVİM YIKILMADI ANCAK HASAR GÖRDÜ TAZMİNAT ALABİLİR MİYİM ?

Bu soruya da olumlu cevap vermek gerekir zira Yargıtay , deprem sonrasında tazminat ödenmesi için evin tamamen yıkılması gerekmediğine değinmiştir.

T.C YARGITAY 17. Hukuk Dairesi Esas: 2018 / 3856 Karar: 2019 / 1659 Karar Tarihi: 18.02.2019

“..MAHKEMESİ :Asliye Hukuk MahkemesiTaraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; kararda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne dair verilen hükmün süresi içinde davalı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü: – K A R A R -Davacı vekili; müvekkilinin … Merkez Çarşı Mah. 27 Pafta, 861 ada 102 parsel üzerinde yer alan apartmandaki 1 nolu dairenin maliki olduğunu, … Sigorta A.Ş nin acentesinden 27.10.2010 başlangıç 27.10.2011 bitiş tarihli 24994792 nolu Dask poliçesi düzenlendiğini, … ilinde 23 Ekim 2011 tarihinde meydana gelen depremler nedeni ile müvekkilinin sahibi olduğu taşınmazın yıkıldığını, müvekkilinin hasarlarının sigorta poliçesi kapsamında tazmini için davalı DASK Kurumuna başvuruda bulunduğunu, davalı kurumun herhangi bir ödeme yapmadığı gibi cevap da vermediğini, oysa müvekkilinin zararlarının mevcut poliçe kapsamında davalı tarafça ödenmesi gerektiğini, poliçenin bitim tarihinin 27.10.2011 tarihi olup deprem tarihinin ise 23.10.2011 olduğunu, bu anlamda poliçenin süresinin henüz bitmediğini, beyanla davanın kabulü ile fazlaya ilişkin hak ve alacaklarının saklı kalmak kaydı ile şimdilik 11.000,00 TL tazminatın zarar tarihi olan 23.10.2011 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak müvekkiline verilmesini talep ve dava etmiştir. Davalı vekili; davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, iddia, savunma, toplanan delillere göre;Davanın kabulü ile 10.549,00TL nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine karar verilmiş; hüküm, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1-Dava, zorunlu deprem sigortasından kaynaklanan tazminat istemine ilişkindir. Davacı vekili; dava konusu … Merkez Çarşı Mah. 27 Pafta, 861 ada 102 parsel üzerinde yer alan apartmandaki 1 nolu dairenin maliki olduğunu, … ilinde 23 Ekim 2011 tarihinde meydana gelen depremler nedeni ile müvekkilinin sahibi olduğu taşınmazın yıkıldığını beyanla tazminat talebinde bulunmuştur. Dosya kapsamında, davacıya ait bir kısım taşınmazlara ilişkin hasar tespit raporları ve hasar tespit listeleri yer almakta ise de; davalı DASK tarafından düzenlenen sigorta poliçesinde riziko adresi olarak gösterilen Sıhke Cad.Hacıömer Cami Karşısı Zemin Kat No: 1/1 Merkez/… adresinde deprem nedeniyle bir hasar meydana gelip gelmediği anlaşılamamaktadır. Dosyada yer alan hasar tespit raporlarının ve hasar tespit listelerinin poliçede teminat altına alınan riziko adresine mi yoksa başka taşınmazlara mı ait olduğu mahkemece araştırılmamış, yalnızca dosya üzerinden alınan bilirkişi raporu ile taşınmazın yeniden yapım maliyeti belirlenmiştir. Eksik inceleme ile hüküm verilemez. Açıklanan nedenlerle mahkemece; dosya kapsamında bulunan poliçe ile teminat altına alınan taşınmaza ilişkin deprem nedeniyle AFAD tarafından düzenlenen hasar tespit raporları varsa yıkım kararları vs getirilip eksiklikler tamamlandıktan sonra, taşınmazda keşif düzenlenerek taşınmazın yıkılıp yıkılmadığı, yıkılmadıysa varsa hasarın deprem nedeniyle meydana gelip gelmediği konularında bilirkişi raporu alınarak sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile hüküm verilmesi isabetli değildir. 2-Kabule göre de; davalı taraf harçtan muaf olduğu halde yazılı şekilde sorumluluğuna karar verilmesi de doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün BOZULMASINA,..”

DASK’IM YOK MÜTEAHHİDE DAVA AÇABİLİR MİYİM ?

Bu soruya da olumlu cevap vermek gerekir .Eğer zorunlu deprem poliçeniz yok ise hemen umutsuzluğa kapılmamalı , derhal müteahhid aleyhine dava açmanız gerekmektedir. Yargıtay deprem sonucu meydana gelen yıkılmalarda müteahhidi müstekar şekilde kusurlu bulmuştur.Aşağıda sunmuş olduğumuz Yargıtay içtihadında çok çarpıcı bir nokta vardır ki değinmeden geçemeyeceğiz. Çünkü ” Kural olarak tabi afetler borçluyu borcundan kurtarır. Satıma konu daire, fen ve tekniğine uygun ayıpsız olarak inşaa edilmiş olsa idi, yine bu tabii afetten hasar görüp yıkılacak idi ise, davalının sorumluluğundan söz edilemez. ” denmektedir. Yaşadığımız depremde yıkılmayan ve ayakta kalan binalar olduğuna göre , müteahhidler kurtuluş beyyninesi getiremez ve hukuken sorumlu olacaklardır.

T.C YARGITAY 13. Hukuk Dairesi Esas: 2004 / 3939 Karar: 2004 / 12959 Karar Tarihi: 27.09.2004

ÖZET: Kural olarak tabi afetler borçluyu borcundan kurtarır. Satıma konu daire, fen ve tekniğine uygun ayıpsız olarak inşaa edilmiş olsa idi, yine bu tabii afetten hasar görüp yıkılacak idi ise, davalının sorumluluğundan söz edilemez. Daire fen ve tekniğine uygun inşaa edilmediği için, hasar meydana gelmiş veya hasarın derecesi artmış ise, satım akdinin inikadi sırasında gizli olan bu ayıp mevcut olduğundan ve gayrimenkul gizli ayıplı olarak alıcıya satıldığından ayıplı ifa nedeniyle satıcı ve müteahhit olan davalı, bu zarardan sorumludur. Davalının bu sorumluluğunun, bölünmesine imkan yoktur. Davalı müteahhit ve satıcı olarak binada meydana gelen hasarın tamamından, kusur ayrımı yapılmaksızın, sorumlu tutulmalıdır. Ayrıcı kaçak kat maliklerinin hissesine düşen hasar bedelinden yine davalının sorumlu tutulmaması da, meydana gelen hasarın bir kısmının giderilip binada iyileştirme yapılamayacağına göre, hakkaniyete ve hayatın olağan akışına terstir.
(818 S. K. m. 183, 194, 198, 217) Dava: Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği konuşuldu düşünüldü: Karar: Davacılar, davalı müteahhit ve arsa sahibi olan davalıdan satın aldıkları B bloktaki dairelerin 17 Ağustos depreminde orta hasarlı olarak zarar gördüğünü, yaptırılan tespitte, binada kaçak katların yapıldığı, malzeme ve işçiliğin asgari yapı standardında olmadığı, zeminin inşaata uygun olmadığının belirlendiğini, fazla hakları saklı kalarak, toplam 26.000. 000.000 TL hasar bedelinin 17.08.1999 tarihinden faizi ile ödetilmesini istemiştir.

Davalı, davacıların görüp beğenerek daire satın aldıklarını, sorumluğunun bulunmadığını ileri sürerek, davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, davacılar Nuri, Osman, Dursun, Adem, Mustafa’nın paylarına düşen hasar ve zarar bedeli 4.523.365.000 TL.nın faizi ile davalıdan tahsiline, diğer davacıların davasının reddine karar verilmiş, hüküm, davacılar tarafından temyiz edilmiştir.

Dava konusu B bloktaki dairelerin davalı tarafından davacılara satılıp tapusunun devredildiği, 17.8.1999 tarihinde meydana gelen deprem sonucu dava konusu binanın orta hasar gördüğü dosyadaki mevcut beyan, belge ve delilerden anlaşılmaktadır. Davacılar satılan dairelerin ayıplı olarak inşa edilmesi nedeniyle uğradığı zararın tazminini istemektedirler. Mahkemece, 30.10.2002 tarihli bilirkişi raporu esas alınarak, 19 nolu parsel üzerindeki binanın kaçak ve imara aykırı katlarının da bulunduğu, davacılardan 8’ne ait dairelerin kaçak olarak ruhsatsız inşa edildiği, dava dışı Belediye’nin yıkım kararı verdiği halde infaz etmediğinden sorumlu olduğu, yine, aleni olan tapu kaydına rağmen kaçak kat satın alan davacıların da, sorumlu oldukları kabul edilerek, davalı satıcı ve müteahhidin 4/8 oranında kusurlu olduğu kabul edilmiş ve binada oluşan hasar bedeli, bu kusur nispetinde paylaştırılarak hüküm kurulmuştur. Satım akdinin tamamlanmasından itibaren satılan şeyin hasar ve nefi alıcıya intikal eder. (BK. 183. madde), Menkul satımına dair BK. hükümleri, gayrimenkul satımı hakkında da uygulanır (BK 217 madde). Satıcı her türlü ayıptan ari ve noksansız olarak edimini yerine getirmekle yükümlü ve sonradan ortaya çıkan gizli ayıplardan da sorumludur. (BK. 194 madde) alıcı da satın aldığı malı ve imkan bulduğunda hemen muayene etmek, gördüğü ayıpları ve sonradan ortaya çıkan gizli ayıpları da, derhal satıcıya ihbar etmek zorundadır. (Bk. 198 madde) Kural olarak tabi afetler borçluyu borcundan kurtarır. Satıma konu daire, fen ve tekniğine uygun ayıpsız olarak inşaa edilmiş olsa idi, yine bu tabii afetten hasar görüp yıkılacak idi ise, davalının sorumluluğundan söz edilemez. Daire fen ve tekniğine uygun inşaa edilmediği için, hasar meydana gelmiş veya hasarın derecesi artmış ise, satım akdinin inikadi sırasında gizli olan bu ayıp mevcut olduğundan ve gayrimenkul gizli ayıplı olarak alıcıya satıldığından ayıplı ifa nedeniyle satıcı ve müteahhit olan davalı, bu zarardan sorumludur. Davalının bu sorumluluğunun, bölünmesine imkan yoktur. Davalı müteahhit ve satıcı olarak binada meydana gelen hasarın tamamından, kusur ayrımı yapılmaksızın, sorumlu tutulmalıdır. Ayrıcı kaçak kat maliklerinin hissesine düşen hasar bedelinden yine davalının sorumlu tutulmaması da, meydana gelen hasarın bir kısmının giderilip binada iyileştirme yapılamayacağına göre, hakkaniyete ve hayatın olağan akışına terstir. Öyle ise mahkemece, dava konusu binada meydana gelen tüm hasar bedelinden davalının sorumlu olacağı kabul edilerek, sonucuna uygun bir karar verilmelidir. Yanlış değerlendirme sonucu, yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir. Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın temyiz eden davacılar yararına BOZULMASINA, peşin harcın istek halinde iadesine, 27.09.2004 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

BİNAM ÇOK ESKİ ve DASK ”IM DA YOK. DAVA AÇABİLİR MİYİM ?

1-) Bu durumda müteahhid aleyhine dava açma süresi taşınmazı müteahhidden satın aldığınız zamandan itibaren başlamaktadır.

T.C YARGITAY 13.Hukuk Dairesi Esas: 2004/ 1525 Karar: 2004 / 7959 Karar Tarihi: 25.05.2004

“..Öyle olunca davacı tarafından taşınmaz 9.3.1999 tarihinde satın alındığından davada zamanaşımı süresi dolmamıştır. Mahkemece zamanaşımı definin reddi ile işin esasına girilerek tarafların iddia ve savunmaya ilişkin tüm delilleri sorulup, gerektiğinde konusunda uzman bilirkişi heyeti ile inceleme yaptırdıktan sonra hasıl olacak sonuca göre karar vermek gerekirken, yazılı şekilde hüküm tesisi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir..”

2-) Türk Borçlar Kanunu madde 478; müteahhidin gizli ayıptan sorumluluğunu inşaatın tesliminden itibaren 5 yıl ile sınırlamıştır. Ancak ayıbın ortaya çıkmasında müteahhidin ağır kusuru bulunmakta ise bu süre teslim tarihinden itibaren 20 yıldır. Hal böyle olunca teslim tarihinden itibaren 20 yıl geçmemiş ise mütteahide’e dava açılabilir. Aşağıdaki içtihatta da bu hususa değinilmiştir. (içtihatta 10 yıl yazmasının sebebi 818 Sayılı eski borçlar kanunumuzda süre 10 yıl iken yeni kanunumuz süreyi 20 yıla çıkarmıştır.)

T.C YARGITAY 15.Hukuk Dairesi Esas: 2013/ 6532 Karar: 2014 / 755 Karar Tarihi: 06.02.2014

Dava: Yukarıda tarih ve numarası yazılı hüküm davacı vekiliyle davalılar Axa Oyak Sigorta A.Ş. ile E… Ltd. Şti. vekillerince temyiz edilmiş davacı vekiliyle davalı E… Ltd. Şti. vekili tarafından duruşma istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen günde davacı vekili ile davalı Axa Oyak Sigorta A.Ş. vekili, davalı E… Ltd. Şti. vekili geldi. Diğer davalı vekili gelmedi. Temyiz dilekçelerinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraflar avukatları dinlendikten sonra eksiklik sebebiyle mahalline iade edilen dosya ikmal edilerek gelmiş olmakla dosyadaki kağıtlar okundu işin gereği konuşulup düşünüldü: Karar: Asıl ve birleşen dava ayıplı ifa sebebiyle yüklenici şirketler tarafından yapılan üç blok halindeki inşaatlardan bir bloğun depremde yıkılması, diğerlerinin hasar görmesi sonucu uğranılan zararın yüklenici davalı şirketlerden tahsili ve davalı sigorta şirketiyle davacı arasında yapılan inşaat sigortaları poliçesi kapsamında doğan alacağın davalı sigorta şirketinden tahsili istemine ilişkindir. Mahkemece asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davada ise davalı H… A.Ş.’ye yönelik davanın zamanaşımı sebebiyle reddine, diğer davalılar yönünden ise açılan davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, karar davacı vekiliyle davalı Axa-Oyak Sigorta A.Ş. vekili ve davalı E… Ltd. Şti. vekilleri tarafından temyiz edilmiştir. 1- Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle yasaya uygun gerektirici nedenlere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre kararı temyiz eden davacı vekili ve davalı şirketler vekillerinin aşağıdaki bentlerin kapsamı dışında kalan sair temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir. 2- Davacı vekiliyle davalı E… Ltd. Şti. vekilinin diğer temyiz itirazlarına gelince:

Davacı kooperatifle davalı E… Ltd. Şti. arasında imzalanan 1.3.1995 tarihli sözleşmeyle davalı yüklenici E… Ltd. Şti.’nin kooperatife ait üç blok halindeki binaların yapımını üstlendiği, A bloğun 5 katının, B bloğun ise 3 katının imalatlarını yaptığı, daha sonra C blok inşaatına başlamadan davacı kooperatifle yaptığı 15.5.1996 tarihli “Tasfiye Protokolü” ve 22.5.1996 tarihli “Tasfiye Kabul Tutanağı” ile inşaatlardan el çektiği, davacı kooperatifin diğer davalı H… A.Ş. ile yaptığı 10.6.1996, 10.6.1997, 1.6.1999 tarihli “İnşaat İkmal Sözleşmeleri” ile H… A.Ş.’nin A ve B blokların kalan işlerini ve C bloğun inşaatını yaptığı ve deprem tarihi itibariyle inşaatların %80 oranında bitirilmiş olduğu dosya kapsamında toplanan delillerden anlaşılmaktadır. Mahkemece hükme esas alınan 8.1.2009 tarihli asıl ve 9.9.2009 tarihli ek bilirkişi raporunda, davalı yüklenici şirketlerin zararlı sonucun oluşumunda % 40 oranında, davacının ise % 15 oranında kusurlu bulunduğu saptanmış, zararlı sonucun oluşumunda % 5 kusur gayrimelhuz sebeplere (kaçınılmazlık koşullarına) verilmiştir. Bilirkişi raporunda “A ve B blokların H… A.Ş. tarafından imal edilen katlarında herhangi bir hasar tespit edilemediği, bu blokların yıkılmasında E… Ltd. Şti.’nin sorumluluğu bulunduğu, A ve B bloklar için H… A.Ş.’ye bir kusur yükletilemeyeceği” görüşüne yer verilmiş, mahkemece de bilirkişi raporundaki bu görüş benimsenerek A ve B bloklar yönünden E… Ltd. Şti.’nin sorumluluğu bulunduğu belirtilerek hüküm kurulmuştur. Yüklenici yapılacak işin uzmanı olup, yüklenilen işi, amacına, tekniğine ve sözleşmesine uygun olarak gerçekleştirmek zorundadır. Genel ihbar yükümlülüğü çerçevesinde akdin gereği gibi veya zamanında ifasını tehlikeye sokan her durumu yüklenici, iş sahibine derhal ihbar etmekle yükümlüdür. (818 Sayılı Borçlar Kanunu m. 357/III.) Yine kullanılan malzemenin veya iş sahibine ait yerin kusurlu olduğunun anlaşılması halinde yüklenici, 357. madde uyarınca durumu derhal iş sahibine ihbar etmelidir. Aksi takdirde uyarı görevini yerine getirmeyen yüklenici, bunun sonuçlarına katlanmak durumunda kalır. Hükme dayanak bilirkişi raporunda “A ve B blokların davalı E… Ltd. Şti. tarafından yapılan kısımlarından alınan beton örneklerinde mukavemet değerlerinin olması gereken 160 kg / cm2’nin üçte birinden daha az olduğu, A ve B blokların alt katlarının E… Ltd. Şti. tarafından yapıldığı” belirtildiğinden davalı H… A.Ş.’nin anılan blokların üst katlarına dair ikmal inşaatına başlamadan önce işinin uzmanı basiretli bir tacir olarak daha önceki yüklenici E… Ltd. Şti. tarafından yapılan işi inceleyerek, önceki yüklenici tarafından yapılan alt katlardaki imalatlarda kullanılan betonun mukavemeti dikkate alındığında üst katlarda yapılacak imalatın amacına uygun olmayacağını ve bu durumun akdin gereği gibi ifasını tehlikeye soktuğunu iş sahibine az yukarda değinilen genel ihbar yükümlülüğü çerçevesinde ihbar etmelidir. Davalı H… A.Ş.’nin davacıya bu şekilde bir ihbarda bulunduğu iddia ve ispat edilmemiştir. O halde mahkemece, belirlenen tüm maddi zarardan öncelikle davacı kooperatifin kusuru % 15 oranıyla gayrimelhuz sebeplere verilen % 5 kusur oranı toplamı olan % 20 oranında indirim yapılmalı, geriye kalan maddi zarardan A ve B bloklar yönünden davalı E… Ltd. Şti. ile birlikte Borçlar Yasası’nın 357/son maddesi uyarınca H… A.Ş.’nin de müteselsilen sorumlu olduğu, C blok inşaatını davalı H… A.Ş. yaptığından, bu blok yönünden oluşan zarardan E… Ltd. Şti.’nin sorumlu olmadığı dikkate alınmalıdır. Mahkemece A ve B bloklar için H… A.Ş.’nin sorumlu olmadığı kabul edilerek hüküm kurulması doğru olmamıştır.

Mahkemece birleşen davada “davalı H… A.Ş.’nin süresi içinde zaman aşımı iddiasında bulunduğu” gerekçesiyle H… A.Ş.’ye yönelik davanın zamanaşımı sebebiyle reddine karar verilmiştir. Bilindiği gibi zamanaşımı başlangıcı, binaların yapılıp iş sahibine sözleşme hükümlerine ve mevzuata uygun biçimde teslim edildiği tarihtir. Yasal bir teslim yoksa zamanaşımının başladığından söz edilemez. Somut olayda zararlı sonuç doğuran olayın (depremin) gerçekleştiği tarih itibariyle eser sözleşmesi yürürlüktedir. Binalar % 80 oranında yapılmış olup davacıya teslim gerçekleşmemiştir. Kaldı ki, bilirkişi raporlarıyla saptanan ayıplar gizli ayıp niteliğindedir. Gizli ayıbın sözkonusu olması halinde 818 Sayılı Borçlar Yasası’nın 126/IV. maddesince yüklenicinin ağır kusuruyla hiç ya da gereği gibi akdi ifa etmemesi durumunda zaman aşımı süresi Borçlar Yasası’nın 125. maddesi gereğince 10 yıldır. Bir başka deyişle, Borçlar Yasası’nın 126/IV. maddesi uyarınca müteahhidin, kasıt veya ağır kusuruyla akdin hiç veya gereği gibi yerine getirilmemiş ve bilhassa ayıplı malzeme kullanılmış veya ayıplı bir iş meydana getirmiş olması sebebiyle açılacak davalarda 10 yıllık zaman aşımı süresinin uygulanması zorunludur. Bu sebeple birleşen davada zaman aşımı gerçekleşmediğinden davalı H… A.Ş. yönünden davanın zamanaşımından reddine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Diğer yandan asıl davada; dava dilekçesinde talep edilen alacak için reeskont faizi, birleşen davada ise avans faizi istenmiştir. Mülga 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 12/III. maddesine göre her çeşit imal ve inşa işleri ticari iş olduğundan 3095 Sayılı Kanunun 2/11. maddesince avans faizi talep edilebilir ise de, davacı tarafça asıl davada daha az orandaki reeskont faizi istenilmiştir. Buna rağmen mahkemece asıl ve birleşen davada yasal faize hükmedilmesi de doğru olmamıştır. Mahkemece asıl davada yüklenici şirketler aleyhine hüküm altına alınan alacak tutarına depremin vukuu bulduğu 3.2.2002 tarihinden itibaren faiz yürütülmüştür. Alacak, sözleşmenin ihlalinden kaynaklandığından ve davadan önce temerrüt ihtarı bulunmadığından temerrüt dava açılmakla 24.5.2002 tarihinde oluştuğundan faizin dava tarihi yerine depremin meydana geldiği tarihten başlatılması da yanlış olmuştur. Mahkemece asıl ve birleşen davada davalı Axa-Oyak Sigorta A.Ş. bakımından hüküm altına alınan alacak tutarına asıl ve birleşen dava tarihlerinden itibaren faiz yürütülmesine karar verilmiştir. Oysa davacı kooperatif tarafından 9.4.2002 tarihinde Axa-Oyak Sigorta şirketine gönderilen ihtarname ile 1.036.449,00 liranın 3 gün içinde ödenmesinin istendiği dosyada bulunan ihtarname içeriğinden anlaşılmaktadır. 818 Sayılı Borçlar Yasası’nın 101/1. maddesi uyarınca muaccel bir borcun borçlusu alacaklının ihtarıyla mütemerrit olur. Bu durumda mahkemece anılan ihtarname ve sigorta poliçesinde yazılı şartlar dikkate alınıp davalı sigorta şirketinin temerrüde düştüğü tarihin saptanarak faizin bu tarihten itibaren yürütülmesi gerekirken asıl ve birleşen dava tarihlerinden itibaren faiz yürütülmesi de bozma nedenidir. 3- Davalı Axa-Oyak Sigorta A.Ş. şirketinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesinde; Davalı sigorta şirketiyle davacı kooperatif arasında düzenlenen 12.5.2000 tarihli “İnşaat Sigortaları Poliçesinde” sigorta bedeli 869.207,76 lira olarak, doğal afetlerde muafiyet miktarı ise 5000 Dolar karşılığı Türk lirası olarak gösterilmiştir. İnşaat Sigortaları Poliçesi Genel Şartları’nın 11. maddesinde, “poliçede gösterilen sigorta bedelini teşkil eden değerlerde bir artış meydana geldiği takdirde, sigorta ettiren bu artışa muttali olduğunda en geç 5 gün içinde ve fakat herhangi bir hasarın vukuundan önce durumu yazılı olarak sigortacıya bildirmekle sorumludur. Sigorta bedelinin % 20’sini geçmeyen değer artışları sigortalı sayılır, % 20″yi geçen değer artışlarının sigortalı sayılabilmesi için sigortacının yazılı muvafakati şarttır” hükmüne yer verilmiştir. Mahkemece sigorta poliçesinin 11. maddesinde yer alan şartların (yazılı bildirim ve sigortacının yazılı muvafakati) gerçekleşip gerçekleşmediği araştırılmadan eksik inceleme ve araştırmayla sigorta bedelinin % 20’si ve üzerindeki miktarın da hüküm altına alınması poliçe şartlarına aykırı olmuştur. Öte yandan hüküm fıkrasında zarar tutarının tahsiline karar verilirken, “mükerrer ödemeye” neden olmayacak şekilde yüklenici şirketlerle sigorta şirketinin birlikte sorumluluğuna dair hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde tahsilde tekerrüre neden olacak biçimde hüküm kurulması da usul ve yasaya aykırıdır. Karar açıklanan sebeplerle bozulmalıdır.

MÜTEAHHİD HAKKINDA İHTİYATİ HACİZ KARARI ALABİLİR MİYİM ?

Günümüzde hakimler, mahkeme kararına dayalı alacaklarda dahi hatalı olarak ihtiyati haciz kararı vermedikleri bilinen bir gerçektir.Ancak Yargıtay ve Bam bu tür haksız fiillerde teminata müstenid ihtiyati haciz kararı verilmesi gerektiğini içtihat etmiş ve mahkemeler de bu içtihatları son zamanda gözettikleri söylenebilir. Açılan davaların çekişmeli olması ve yıllar sürmesinden mütevellit , ihtiyati haciz kararı alınmaz ise dava sonunda müteahhidler üzerindeki mal varlığını tasfiye etmekte ve mahkeme ilamı boş bir A4 sayfasından başka bir işe pek yaramamaktadır. Hele ki günümüzde bilinçlenen kötüniyetli borçlular , aleyhine açılacak tazminat davalarını ve TBK 19 ve İİK 277 vd hükümlerine dayalı davaları öngörür ise alacağı tahsil etmek imkansıza yakın olmaktadır. Bu sebeple mahkemeden ihtiyati haciz istemenin çok önemli olduğuna değinmek isteriz.

T.C YARGITAY 17.Hukuk Dairesi Esas: 2016/ 18144 Karar: 2017 / 11201 Karar Tarihi: 30.11.2017

ÖZET: Zarar haksız eylemden kaynaklandığından tazminat haksız eylemin gerçekleştiği tarihte muaccel hale gelmektedir. Buradaki “muacceliyet” kavramı, alacaklı tarafından talep ve dava edilebilir hale gelmiş olma anlamındadır. Yukarıda belirtilen belgeler de nazara alındığında davacıların destekten yoksunluk ve manevi zararlarının olabileceği kuvvetle muhtemeldir. Haksız fiil (ölüm) tarihi itibarıyla davacıların maddi (destek) ve manevi tazminat alacakları muaccel hale gelmiştir. İhtiyati haciz talep edildiği, davanın ilk açıldığı aşamada zararın miktarının net olarak belirlenmesini beklemek hakkaniyetle bağdaşmaz. Zaten davacı vekili de fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak dava açmıştır. İİK 257.madde; “Rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacaklarıyla diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilir.” hükmünü içermektedir. Açıklanan nedenlerle, İİK-257-264. maddeleri uyarınca ihtiyati haciz kararı verilmesi gerekirken talebin tümden reddine karar verilmesi doğru değildir. Kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir. (2004 S. K. m. 257, 264) Dava: Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda; ara kararda yazılı nedenlerden dolayı ihtiyati haciz talebinin reddine dair verilen ara kararın süresi içinde davacılar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi, gereği düşünüldü: Karar: Davacılar vekili, davalıya trafik sigortalı aracı kullanan müvekkillerin murisinin meydana gelen trafik kazasında vefat ettiğini, davacıların ölenin desteğinden yoksun kaldıklarını belirterek eş için 5.000 TL, çocuklar için 2.500’er TL toplamda 10.000 TL destekten yoksun kalma tazminatının, eş için 100.000 TL, 50.000’er çocuklar için toplam 200.000 TL manevi tazminatın tahsilini, bu alacaklarının temini için de kaldırımdan taşacak şekilde yola yük asansörü kurduran, yola taşacak şekilde inşaatın önüne tuğla ve inşaat demiri istifleyen inşaat sahibi davalı …’e ait taşınmaza ihtiyati haciz konulmasını istemiştir.
Davalı vekili, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, iddia, savunma ve toplanan delillere göre; tarafların kusur durumlarının belirlenmemiş olması, alacak ve alacak miktarının sabit olmadığı anlaşılmakla ihtiyati haciz şartları oluşmadığından davacı vekilinin, davalı …’a ait taşınmaza ihtiyati haciz konulması talebinin reddine karar verilmiş; hüküm, davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir. 1-Dava, trafik kazasından kaynaklanan destekten yoksun kalma tazminatı ve manevi tazminat istemine ilişkindir. Dava dilekçesine ekli belgelerden, davacıların desteği sürücünün davalıya trafik sigortalı aracı kullanırken meydana gelen trafik kazası sonucu öldüğü, bu olayla ilgili … Cumhuriyet Başsavcılığının 2014/2462 esasında kayıtlı soruşturma dosyası ile şüpheli … hakkında soruşturma başlatıldığı, savcılık dosyasına sunulan bilirkişi raporundan kaldırımdan taşacak şekilde yola yük asansörü kurduran, yola taşacak şekilde inşaatın önüne tuğla ve inşaat demiri istifleyen inşaat sahibi şüpheli …’ın tali kusurlu olduğu, alkollü ve hızlı araç kullanan muris sürücünün asli kusurlu olduğu anlaşılmaktadır. Zarar haksız eylemden kaynaklandığından tazminat haksız eylemin gerçekleştiği tarihte muaccel hale gelmektedir. Buradaki “muacceliyet” kavramı, alacaklı tarafından talep ve dava edilebilir hale gelmiş olma anlamındadır. Yukarıda belirtilen belgeler de nazara alındığında davacıların destekten yoksunluk ve manevi zararlarının olabileceği kuvvetle muhtemeldir. Haksız fiil (ölüm) tarihi itibarıyla davacıların maddi (destek) ve manevi tazminat alacakları muaccel hale gelmiştir. İhtiyati haciz talep edildiği, davanın ilk açıldığı aşamada zararın miktarının net olarak belirlenmesini beklemek hakkaniyetle bağdaşmaz. Zaten davacı vekili de fazlaya ilişkin haklarını saklı tutarak dava açmıştır. İİK 257.madde; “Rehinle temin edilmemiş ve vadesi gelmiş bir para borcunun alacaklısı, borçlunun yedinde veya üçüncü şahısta olan taşınır ve taşınmaz mallarını ve alacaklarıyla diğer haklarını ihtiyaten haczettirebilir.” hükmünü içermektedir. Açıklanan nedenlerle, İİK-257-264. maddeleri uyarınca ihtiyati haciz kararı verilmesi gerekirken talebin tümden reddine karar verilmesi doğru değildir. Kararın bu nedenle bozulması gerekmiştir. Sonuç: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile ihtiyati haciz talebinin reddine dair kararın BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde temyiz eden davacılara geri verilmesine 30.11.2017 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

MÜTEAHHİD CEZA ALACAK MI ?

Bu soruya da ekseriyetle olumlu cevap vermek gerekir .Eğer ki yapıyı yapan şahıs , kanun ve yönetmelikte belirlenen hükümlere uymaksızın bir yapı meydana geldi ve bunun sonucu olarak insanlar cismani zarar gördü ise , elbette ki müteahhid ceza alacaktır. Fakat burada dikkat edilmesi gereken nokta , ceza davalarının çok iyi bir şekilde takip edilmesidir. Zira hukuk mahkemeleri , ceza mahkemelerinin kararını HMK m. 165 anlamında bekletici mesele yapmaktadır. Ceza dosyasının çok büyük bir delil kıymeti vardır. Eğer ki ceza dosyası sıkı bir şekilde takip edilmez ise tazminat davasının da akıbeti kötüye gidebilir.

T.C YARGITAY 12. Ceza Dairesi Esas: 2020 / 12133 Karar: 2022 / 10714 Karar Tarihi: 27.12.2022

YARGITAY KARARI
Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Suç : Taksirle öldürme Taksirle öldürme suçundan sanıklar …, …, … ve …’ın mahkumiyetine, sanıklar …, … ve …’ın beraatlerine ilişkin hükümler, sanıklar … ve … müdafiileri, sanıklar … ve … ile katılanlar vekilleri tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:7079 sayılı Kanunun 94’üncü maddesiyle değişik 5271 sayılı Kanunun 299’uncu maddesinin birinci fıkrası gereği süresi geçtikten sonra sanık … tarafından duruşmalı inceleme isteminde bulunulmuş olup, talep uygun görülmeyip duruşma açılmaksızın dosya üzerinde yapılan incelemede; I-Katılan … vekilinin sanıklar …, …, … ve …’ın mahkumiyetine, sanıklar …, … ve …’ın beraatlerine ilişkin hükümlere yönelik temyiz talebinin incelenmesinde; Vekaletnamesinde temyizden feragat yetkisi bulunan katılan … vekilinin, hükümden sonra temyiz aşamasında verdiği 10.02.2021 tarihli dilekçe ile temyiz isteminden feragat ettiğini belirtmiş olması karşısında, TEMYİZ İNCELEMESİNE YER OLMADIĞINA, katılan vekilinin temyiz istemi ile ilgili olarak dosyanın incelenmeksizin mahalline iade edilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE; II-Sanıklar …, …, … ve …’ın mahkumiyetine, sanıklar …, … ve …’ın beraatlerine ilişkin hükümlere yönelik, katılanlar …, …, …, … ve … vekili, sanıklar … ve … müdafileri, sanık … ile sanık …’ın temyiz taleplerinin incelenmesine gelince; Katılanlar …, …, …, … ve … vekili Av. …’nin yokluğunda verilen hükmün, 02.03.2016 tarihinde usulüne uygun olarak tebliğ edildiği, katılanlar vekilinin de hükmü CMUK’un 310/1. maddesinde öngörülen yasal bir haftalık süre içinde 04.03.2016 tarihinde temyiz ettiğinin anlaşılması karşısında; katılanlar vekilinin temyiz talebinin süresinde olmadığı yönündeki tebliğnamedeki görüşe iştirak edilmemiştir.
23.10.2011 tarihinde yerel saatle 13:41 sıralarında, merkez üssü … ili, … ilçesinde meydana gelen ve merkez üssü … köyü civarı, değeri değişik kuruluşlara göre 7,1 ile 7,3 arasında değişen, odak derinliği 19,02 km olan depremin meydana gelmesi üzerine Kışla Mahallesi 12 ada 6 parselde bulunan … Apartmanının yıkılması ve çökmesi sonucu 43 kişinin öldüğü, yapılan ölü muayene ve otopsi işlemleri … ölenlerin göçüğe (depreme) bağlı olarak hayatlarını kaybettiklerinin tespit edildiği olayda; … Teknik Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Dekanlığına bağlı İnşaat Mühendisliği Bölümü tarafından Haziran 2012 tarihinde hazırlanan bilirkişi raporuna göre; … Apartmanının yapım yılı tam olarak bilinmemekte olup, 2001 tarihli Aras Mühendislik tarafından hazırlanan ve TMMOB Jeoloji Mühendisleri odası … İl Temsilciliği tarafından onaylı inşaat alanı jeoteknik etüt raporu, YGS mühendislik tarafından hazırlanan ve … onaylı elektrik tesisat projesi, Aydınoğlu mimarlık tarafından hazırlanan mimari proje, 2001 tarihli yapı ruhsatı talep dilekçesi, 2008 tarihli yapı kullanma izin belgesi, muvafakat yazıları ve noter evraklarından binanın 2001 yılı ve/veya sonrasında yapıldığının anlaşıldığı, binaya ait mimari, statik ve elektrik tesisat projelerinin olduğu ancak statik hesap raporları ile zemin raporlarının bulunmadığı, … Apartmanının yapım yılına göre, 1997-Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik kapsamına girdiği, 14.11.2011 tarihli bilirkişi raporuna göre binanın taşıyıcı sisteminin betonarme olup …, zemin ve 6 normal olmak üzere toplam 8 kattan oluştuğu, yapı ruhsatına göre binanın …, zemin ve 6 normal olmak üzere toplam 8 kattan oluştuğu, yapı ruhsatı ve yapı kullanma izin belgelerinde belirtilen …, zemin ve normal kat yüksekliklerinin mimari ve statik proje ile uyumlu olmadığının belirlendiği,
1997-Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmeliğin “7.2 Genel Kurallar” bölümünde deprem bölgelerinde kullanılacak binalarda dikkate alınması gereken minimum beton sınıfları hakkında bilgi verildiği, … Apartmanına ait karot numuneleri üzerinde gerçekleştirilen merkezi basınç deneyi sonucunda, numunelerin ortalama basınç dayanımının 14.82N/mm2 olarak elde edildiği, ayrıca, karot dayanımları arasındaki değişim aralığının 10.85-22.28N/mm2 olduğu, bunun da binada dökülen betonun oldukça heterojen olduğu anlamına geldiği, elde edilen ortalama basınç dayanımının da 1997 yılında yayımlanan Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkındaki Yönetmelikte belirtilen minimum beton sınıfı olan C16’yı sağlamadığı, yönetmeliğin “7.2.5. Malzeme Dayanımları” Bölümünde birinci ve ikinci derece deprem bölgelerindeki binalarda C20 veya daha yüksek dayanımlı beton kullanılması zorunludur ibaresinin bulunduğu, 1997-Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmeliğin “7.7.4 Kolon Enine Donatı Koşulları ” bölümünde kolon sarılma bölgeleri, kolon orta bölgeleri ve kolon-kiriş birleşim bölgeleri için dikkate alınması gereken uzunluklar, bu bölgelerdeki etriye yüzdesi, çap ve aralıkları hakkında bilgiler verildiği, … Apartmanı için hazırlanan bilirkişi raporuna göre, etriye çapı açısından yeterlilik gözükürken, etriye aralığı açısından ve binanın mevcut taşıyıcı elemanlarının donatı detaylandırmasında yetersizlikler olduğunun belirlendiği, yine bilirkişi raporu ile proje verilerine göre kolon boyutları, donatı çap ve adetlerinde de farklılıklar olduğu, parça beton numuneler içerisinde çimento hamuru-agrega arasında aderans çözülmesi olduğunun belirlendiği, Mahkemece hükme esas alınan 29.06.2015 tarihli bilirkişi heyet raporunda; dava konusu depremde yıkılan … Apartmanına ilişkin görsel ve deneysel olarak tespit edilen teknik yetersizliklerle itibar edildiği, sanık …’nin yıkılan binanın fenni mesulü olduğu, meydana gelen ölüm ve yaralanmalar bakımından dikkat ve özen yükümlülüğünü ihlal eden ihmali davranışının müessir olduğu, bu sebeple sanığın taksirinin bulunduğu, sanık …’ın binanın sahibi ve müteahhidi olduğu, sanık …’ın ise binanın yapımına başlandığı andan itibaren bina sahibi olarak yapımından sorumlu oldukları halde, yürürlükteki kurallara uygun bir inşaat yaptırmak bakımından kendi üzerlerine düşen dikkat ve özeni göstermemeleri nedeniyle sorumlu oldukları, sanık …’ın bina yapılırken dair satın alan kişi konumundan dolayı, sanık … binanın ilk katı yapılırken hisselerini satıp bina sahibi konumundan ayrıldığı bu sebeple, binanın yıkılmasından dolayı herhangi bir sorumluluklarının bulunmadığı, sanık …’nun dosya bilgilerine göre sadece mimari projeden sorumlu olduğu, sanık … …’in binanın elektrik ve tesisat projelerden sorumlu olması nedeniyle binanın yıkılmasından dolayı herhangi bir sorumluluklarının bulunmadığı, sanık … …’in usta olarak inşa sorumluluğunu üstlendiği binayı, inşaat tekniğine uygun bir şekilde imal etmede gerekli dikkat ve özeni göstermediği için sorumluluğunun bulunduğu sonucuna varıldığı, Dosya kapsamında mevcut bilirkişi raporları, yapılan inceleme, değerlendirme ve deliller neticesinde; 1. derece deprem bölgesinde yer alan … Apartmanının taşıyıcı elemanların donatı detaylandırmasında yetersizlikler olduğu, binada projelendirme, yapım ve … bitimi aşamalarında Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkındaki Yönetmelik ve İmar Kanunu esaslarına yeterince uyulmadığının belirlendiği, A-Sanıklar …, … ve …’ın beraatlerine ilişkin hükümlere yönelik incelemede; Yapılan yargılama sonunda, sanıklar …, …, …’ın üzerilerine yüklenen suçu işlemediklerinin sabit olması gerekçe gösterilerek mahkemece kabul ve takdir kılınmış olduğundan, katılanlar …, …, …, … ve … vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz sebeplerinin reddiyle, beraate ilişkin hükümlerin isteme uygun olarak ONANMASINA, B-Sanıklar …, …, … ve …’ın mahkumiyetine ilişkin hükümlere yönelik incelemede; Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanıklar … ve … müdafiileri, sanık …, sanık … ile katılanlar …, …, …, … ve … vekilinin yerinde görülmeyen sair temyiz sebeplerinin reddine, ancak; 3194 sayılı İmar Kanunun 28. maddesinde yapının fenni mesuliyetini üzerine alan meslek mensuplarının, (fenni mesul mimar ve mühendisler uzmanlık alanlarına göre) yapının, tesisatı ve malzemeleri ile birlikte, Kanuna, ilgili diğer mevzuata, uygulama imar planına, ruhsata, ruhsat eki etüt ve projelere, standartlara ve teknik şartnamelere uygun olarak inşa edilmesini denetlemekle görevli olduğu, ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapılması halinde durumu ruhsatı veren Belediyeye bildirmekle mükellef olduğunun düzenlendiği, bu konuda … 1. Noterliğine ait 01.07.2003 tarih ve 3374 numaralı taahhütnameyi vermiş olan sanık …’nin fenni mesul olmaktan kaynaklanan denetim görevini yerine getirmediği, dolayısıyla binanın yıkılmasına neden olan imalat hatalarından sanık …’nin sorumlu olduğu,
Sanık …’ın inşaat ustası olarak inşa sorumluluğunu üstlendiği, binayı inşaat tekniğine uygun bir şekilde imal etmede gerekli dikkat ve özeni göstermediği için sorumluluğunun bulunduğu, Sanıklar …, …’ın ise, söz konusu binanın sahipleri ve müteahhidi olarak yapımından sorumlu oldukları halde, yürürlükteki kurallara uygun bir inşaat yaptırmak bakımından kendi üzerlerine düşen dikkat ve özeni göstermemesi nedeniyle kusurlu olduklarının kabul ve tespit edildiği olayda; 1-Taksirli suçlar açısından temel cezanın belirlenmesinde; TCK’nın 61/1. ve 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerden olan failin kusuru, meydana gelen zararın ağırlığı, suçun işleniş biçimi ile suçun işlendiği yer ve zaman nazara alınmak suretiyle, aynı Kanunun 3/1. maddesi uyarınca işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı olacak şekilde maddede öngörülen alt ve üst sınırlar arasında hakkaniyete uygun bir cezaya hükmolunması gerekirken, yürürlükteki kurallara uygun bir inşaat yaptırmak bakımından dikkat ve özeni göstermeyen, binadaki malzeme ve donatı yetersizliklerini denetlemeyen, bu nedenle birinci derece deprem bölgesinde bulunan … Apartmanının tamamen çökmesine ve 43 kişinin göçük altında kalarak ölmesine asli kusurlu olarak neden olan sanıklar …, …, … ve … hakkında, … ve hakkaniyet kuralları uyarınca cezada orantılılık ilkesi gözetilerek alt sınırdan daha fazla uzaklaşmak suretiyle ceza tayini gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurularak sanıklar hakkında eksik cezaya hükmolunması,

2-Depremde yıkılan … Apartmanından alınan karot numunelerinin teknik bilirkişiler tarafından incelenmesi neticesinde; 1997 yılında yayımlanan Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkındaki Yönetmelikte birinci ve ikinci derece deprem bölgelerindeki binalarda C20 veya daha yüksek dayanımlı beton kullanılmasının zorunlu olmasına rağmen, kullanılan betonun Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkındaki Yönetmelikte belirtilen minimum beton sınıfı olan C16’yı dahi sağlayamadığı, etriye aralığı açısından ve binanın mevcut taşıyıcı elemanlarının donatı detaylandırmasında yetersizlikler olduğu, bilirkişi raporu ile proje verilerine göre kolon boyutları, donatı çap ve adetlerinde de farklılıklar olduğu, parça beton numuneler içerisinde çimento hamuru-agrega arasında aderans çözülmesi olduğunun belirlendiği, bu yetersizlik ve eksikliklerin binanın yıkılmasında etkili olduğu; sanıkların yıkılan binanın proje aşamasında, yapım aşamasında ve … bitimi aşamasında, üzerilerine düşen yükümlülükleri yerine getirmediği, öngörülebilen bu netice bakımından dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranan sanıklar …, …, … ve … hakkında bilinçli taksirin koşullarının oluştuğu anlaşılmakla, tayin olunan cezalarında 5237 sayılı TCK’nın 22/3. maddesi uyarınca arttırım yapılması gerektiğinin gözetilmemesi, 3-TCK’nın 53/6. maddesinde “belirli bir meslek veya sanatın ya da trafik düzeninin gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla işlenen taksirli suçtan mahkumiyet halinde 3 aydan 3 yıla kadar bu meslek veya sanatın icrasının yasaklanmasına ya da sürücü belgesinin geri alınabileceğine karar verilebileceğinin düzenlendiği, bir mesleğin icrasının yasaklanabilmesi için ruhsatnameye bağlı olarak yürütülmesi gerekmekte olup, inşaat mühendisi olduğu anlaşılan sanık …’nin çalışmasının ruhsatnameye bağlı olarak yürütülen bir meslek olmadığı nazara alınmadan, çalışma hürriyetini kısıtlayacak şekilde mesleğini icrasında bulunmaktan 1 yıl 6 ay süre ile yasaklanmasına karar verilmesi, 4-Taksirle işlenen suçlarda iştirak hükümlerinin uygulanamayacağı gözetilerek, yargılama giderinin her bir sanığa sebebiyet verdikleri tutar kadar ayrı ayrı yükletilmesine karar verilmesi gerekirken, yargılama giderlerinin eşit olarak tahsiline karar verilmesi, Kanuna aykırı olup, sanıklar … ve … müdafiileri, sanık …, sanık … ile katılanlar …, …, …, … ve … vekilinin temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde görüldüğünden, hükümlerin 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi uyarınca kısmen isteme uygun olarak BOZULMASINA; 27.12.2022 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

İDARE ALEYHİNE DAVA AÇABİLİR MİYİM ?

Bu soruya da olumlu cevap vermek gerekir . Zira Danıştay, deprem bölgesi olan ülkemizde idarenin çok daha dikkatli olması ve bu tür durumlara cevaz vermemesi gerektiğini içtihat etmiştir.

T.C DANIŞTAY 6.Daire Esas: 2006/ 4922 Karar: 2009 / 36 Karar Tarihi: 09.01.2009

(2577 S. K. m. 3, 9)
İstemin Özeti: Sakarya 1. İdare Mahkemesinin 08.02.2006 günlü, E:2005/2911, K:2006/188 sayılı kararının usul ve yasaya aykırı olduğu ileri sürülerek bozulması istenilmektedir. Savunmaların Özeti: Savunma verilmemiştir. Danıştay Tetkik Hakimi İsmet Can’ın Düşüncesi: Temyiz isteminin kabulü ile mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir. Danıştay Savcısı Ahmet Arslan’ın Düşüncesi: Dava; davacının maliki olduğu taşınmazın 17.8.1999 tarihinde meydana gelen depremde yıkılmasında idarelerin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle uğranıldığı ileri sürülen 20.000 YTL maddi zarar ile 10.000.YTL. manevi zarar olmak üzere toplam 30.000.YTL. zararın yasal faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmıştır. Anayasa’nın 125. maddesinin son fıkrasında, “idare, kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” kuralı yer almıştır. Ülkemizin, jeolojik ve topoğrafik yapısı nedeniyle büyük can ve mal kayıplarına yol açan deprem felaketleriyle sık sık karşılaşan ülkelerin başında geldiği, afetlerin önlenmesi ve zararların azaltılması amacıyla alınması gereken tedbirleri araştırmak, bu konudaki temel hedef ve politikaları belirlemek, ülke içindeki bilimsel, teknik ve idari çalışmaları koordine etmek, ortak sonuçları tüzük, yönetmelik, talimat ve eğitim yoluyla uygulamaya aktarmak ve denetlemek, afet zararlarının azaltılması amacıyla ulusal ve uluslararası işbirliği, proje ve programları oluşturmak, elde edilen sonuçları uygulamaya aktarmak, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı veya ikamet için yasaklanmış afet bölgelerini tespit ve ilan etmek, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini ve projelendirme esaslarını tespit etmek, depremleri ve etkilerini incelemek, elde edilen sonuçlara göre deprem katalogları ve ülkenin deprem haritalarını hazırlamak ve geliştirmek ve depremlerden dolayı hasar görmüş yapıların takviye ve onarım yöntemleriyle ilgili çalışmalar yapmanın devletin yetki, görev ve sorumlulukları arasında olduğu, deprem olgusunun doğal bir olay olarak ortaya çıkmasının yanında, idarece gerçekleştirilecek uygulamalarla doğabilecek zararların önlenmesi hatta ortadan kaldırılmasının mümkün olduğu, öngörülemezlik ölçütünün uygulanabilmesi için yer ve zaman olarak öngörmenin mümkün olmadığı fakat önlenemezlik ölçütü bakımından tedbirli ve öngörülü bir idareden beklenen özeni göstermesi sonucunda öngörülemeyen doğal olayın yaratacağı zarardan kısmen veya tamamen kaçınma olanağının mümkün olduğu, bu zarardan kaçınmak için idarenin gerekeni yapmaması durumunda ise hizmet kusurundan sorumlu olacağı, bu itibarla Türkiye gibi birinci derecede deprem bölgesinde bulunan ve sık sık depremlerin olduğu ve gelecekte de olacağı bilinen bir ülkede, deprem nedeniyle ortaya çıkan zararda geçmiş yıllarda 6785 sayılı Kanuna göre imar planlarını onayan, imar planında yapılaşma şartları belirlenirken bölgenin özelliklerini dikkate almayan, zararın vuku bulduğu Yalova Bölgesinde önceden gerekli araştırmaları yapmayan, yapı ruhsatı verilen yapıların depreme dayanıklı, deprem koşullarına uygun bir şekilde mevzuata ve projelerine uygun olarak yapılıp yapılamadığını denetlemeyen idarelerin kusurlarını belirlenmesi, daha sonra eğer projesi fen kurallarına uygun ise bu projenin uygulanıp uygulanmadığı, yani imalatında hata ve sorun olup olmadığının müteahhidin ve fenni sorumlunun sorumlu olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Bu durumda, deprem nedeniyle ağır hasarla sonuçlanan olayda, davalı idarelerin ve yapıyı yapan müteahhidin ve fenni sorumluların, arsa sahiplerinin hukuki sorumluluklarının ayrı ayrı belirlenmesi amacıyla konusunda uzman üç kişilik bir bilirkişi heyeti aracılığıyla inceleme yaptırılması ve bu inceleme sonucunun dosyadaki bilgi ve belgelerle birlikte Sakarya 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 23.10.2003 günlü, E:2002/601, K:2003/803 sayılı kararının da değerlendirilmesi suretiyle bir karar verilmesi gerekmektedir. Açıklanan nedenlerle, temyize konu İdare Mahkemesi kararının bozulmasının uygun olacağı düşünülmektedir.
TÜRK MİLLETİ ADINA
Karar veren Danıştay Altıncı ve Onbirinci Daireleri müşterek heyetince 2575 sayılı Danıştay Kanunu’nun Ek-1 maddesi uyarınca birlikte yapılan toplantıda Tetkik Hakiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra işin gereği görüşüldü:Dava, Sakarya İli, Adapazarı İlçesi, Erenler Tabakhane Mahallesi, 19 pafta, 9963 parsel sayılı taşınmazdaki apartmanda davacılara ait yapının (41. sokak No:5) 17.08.1999 günü meydana gelen deprem sonucu yıkılması nedeniyle uğranıldığı ileri sürülen 20.000,00 YTL maddi, 10.000,00 YTL manevi olmak üzere 30.000,00 YTL zararın dava tarihinden itibaren işletilecek reeskont faiziyle birlikte tazmini istemiyle açılmış; İdare Mahkemesince, davanın süre yönünden reddi yolundaki kararın Danıştay Altıncı ve Onbirinci Daireleri müşterek heyetince bozulmasına dair 15.04.2004 günlü, E:2003/792, K:2004/2333 sayılı bozma kararına uyularak dava dosyası ile Sakarya 2.Asliye Hukuk Mahkemesi’nin E:2002/301 sayılı dosyasının birlikte incelenmesinden, davacıların ilk kez davalı idareler ile yapının müteahhidi olan Erdoğanlar Nakliyat Zahirecilik İnş. Malz. San.Tic. Ltd. Şti. aleyhine açtığı tazminat davasında davalı idareler yönünden verilen tefrik kararı üzerine anılan Mahkemede yeniden kayda giren davada idari yargının görevli olduğu yolunda verilen görev ret kararı üzerine bakılmakta olan davanın açıldığı, davacıların müteahhit aleyhine devam eden davasında Yargıtay 15.Hukuk Dairesi’nin 21.06.2002 günlü, E:2002/2524, K:2002/3381 sayılı bozma kararı üzerine dosya üzerinde yaptırılan bilirkişi incelemesi üzerine düzenlenen raporda, olayın meydana gelmesinde bir kaçınılmazlık faktörünün olduğu, yıkılan binanın enkazından alınan numunelerden beton mukavemetinin istenilen standartları sağlamadığı, bu bakımdan yıkılan binanın tekniğe uygun olarak yapılmadığı, olayın meydana gelmesinde müteahhidin %60 oranında kusurlu olduğu, olayda %40 oranında kaçınılmazlık payının bulunduğunun belirtilmesi üzerine anılan Mahkemenin 23.10.2003 günlü, E:2002/601, K:2003/803 sayılı kararı ile binayı yapan müteahhit firma temsilcisi tarafından davacılara 20.000.000.000,-lira maddi, 5.000.000.000,-lira manevi tazminat ödenmesine hükmedildiği, anılan rapora göre müteahhidin %60 oranında kusurlu olduğu, zararın oluşumunda %40 oranında kaçınılmazlık faktörünün etkili olduğunun tespit edilmesi karşısında, zararın oluşumunda davalı idarelere yüklenebilecek herhangi bir kusur bulunmadığı, öte yandan davacıların talep ettiği tazminat miktarına adli yargı yerince hükmedilmesi nedeniyle görülmekte olan davada yeniden tazminata hükmedilmesine hukuken olanak bulunmadığının anlaşıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş; bu karar davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir. Anayasanın 125. maddesinin 1. fıkrasında; idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğu belirtildikten sonra son fıkrasında; idarenin kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlü olduğu hükme bağlanmıştır. Deprem nedeniyle oluştuğu ileri sürülen zararların tazmini istemiyle açılan bu davada, yapının üzerinde bulunduğu zeminin özelliği, zemin durumuna göre depreme dayanıklılığının kontrolü, yapı kullanma izni bulunup bulunmadığı, imar planları ve inşaat ruhsatlarının hangi idarelerce yapıldığı ve verildiği, yapıların imar açısından denetlenmesi, afete uğramış ve uğrayabilecek bölgeler ile yapı ve ikamet için yasaklanmış afet bölgelerinin tespit ve ilan edilip edilmediği, afet bölgelerinde yapılacak yapılarla ilgili kuralları, yapı tekniklerini, projelendirme esaslarını, ülkenin deprem haritalarını hazırlamak konusunda idarelerin üzerlerine düşen görev ve yetkileri yerine getirip getirmediği, denetim ve kontrol görevlerini yapıp yapmadığı hususları ayrı ayrı irdelenmeli ve idarelerce gerekli önlemlerin alınıp alınmadığı belirlenmeli ve bunun sonucuna göre; idarenin belli bir hareket tarzı izleyip izlemediği veya hareketsiz kalıp kalmadığı ortaya konulmalıdır. Mücbir sebep ise, sezilemeyen ve karşı konulamayan bir olayı ifade eder. Bu sebep, zararı idareye yüklenebilir olmaktan çıkaran ve zararla idari faaliyet arasındaki illiyet bağını kesen dış bir etken olarak doğal, toplumsal veya hukuki bir olaydan kaynaklanabilir. Sezilememezlik, karşı konulamamazlık, kusursuzluk ve gerçeklik halleri mücbir sebebin ayırt edici öğelerini oluşturmaktadır.Deprem kuşağında yer alan bölgede, deprem gerçeğinin bir veri alınması suretiyle yerleşmelerle ilgili alanların belirlenmesi, bu alanlardaki yapılaşmaya ilişkin kararların alınması, uygulanması ve denetlenmesiyle ilgili idari faaliyetlerin bütünündeki olumsuzluklardan oluşan durumun, depremin mücbir sebep olarak değerlendirilerek zararla illiyet bağını kestiğini kabule olanak bulunmamaktadır.
2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 9. maddesinde; çözümlenmesi Danıştay, İdare ve vergi mahkemelerinin görevlerine girdiği halde adli ve askeri yargı yerlerine açılmış bulunan davaların görev noktasından reddi halinde, bu husustaki kararların kesinleşmesini izleyen günden itibaren otuz gün içinde görevli mahkemede dava açılabileceği, görevsiz yargı merciine başvurma tarihinin Danıştay’a, idare ve vergi mahkemelerine başvurma tarihi olarak kabul edileceği, öngörülmüş olup, bu Yasa’da adliye mahkemesinde verilen görevsizlik kararı üzerine dosyanın idari yargı merciine gönderilmesi sistemine yer verilmeyip, davacı tarafından yeniden dava açılması düzenlendiğinden ve Yasada 9. maddedeki başvuru tarihinin esas alınması dışında adli yargıya yapılan başvuru dilekçesinin idari yargıda esas alınacağına ilişkin bir kural bulunmamaktadır. Bu durum karşısında, 2577 sayılı Yasanın 3. maddesinin 2 (a) bendi uyarınca tam yargı davalarında uyuşmazlık konusu miktarın Danıştay, idare ve vergi mahkemesi başkanlıklarına hitaben yazılmış dilekçelerde gösterilmesi zorunluluğu nedeniyle davacıların adli yargıda müteahhit aleyhine açtığı tazminat talepleri dışında görev ret kararı üzerine idare mahkemesinde dava dilekçesinde belirtilen tazminat istemi olan 20.000.000.000,-lira maddi, 10.000.000.000,-lira manevi olmak üzere toplam 30.000.000.000,-lira tutarındaki tazminat istemlerinin yeni bir tazminat istemi olarak ele alınması gerekmektedir. Dosyanın incelenmesinden, davacılar tarafından arsa karşılığı inşaat sözleşmesi ile 5 katlı konut ve işyerinin Adapazarı Erenler Belediye Başkanlığı tarafından verilen 02.08.1991 günlü yapı ruhsatı ile inşaasına başlanıldığı, yapı için 04.06.1996 günü yeniden yapı ruhsatı düzenlendiği, 17.08.1999 günü meydana gelen deprem sonucu yapının tamamen yıkıldığı, deprem sonucu yıkılan yapıdan alınan numuneler üzerinde Sakarya Üniversitesi Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği bölümü tarafından yapılan Beton Karot Deney Sonuçlarına göre, beton mukavemetlerinin TS 500’de verilen beton sınıflarından hiçbirisini sağlamadığının tespit edildiği, inşaatta kullanılan demirlerin ise TS 708 beton çelikleri standardında verilen sınır değerleri sağladığının belirtildiği, uyuşmazlık konusu yapı hakkında Sakarya 1.Ağır Ceza Mahkemesi’nin E:2001/182 sayılı dosyasında düzenlenen bilirkişi raporlarının yanısıra İstanbul 5.Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından talimat üzerine alınan bilirkişi raporunun bulunduğunun görüldüğü, bu raporlarda Adapazarı Ovasındaki mevcut zemin yapısına karşın izin verilen mevcut yapılaşmaya göre deprem sonucu yıkımın kaçınılmaz olduğunun ifade edildiği, dava dilekçesinde de, deprem sonucu oluşan yıkımda yapının müteahhidinin yanı sıra davalı idarelerin de hizmet kusuru bulunduğu, gelişen teknoloji ve idarenin yükselen standartlarının depremin mücbir sebep olarak kabul edilmesini ortadan kaldırdığı, depremin öngörülemez oluşunun idarenin kusursuzluğunu gerektirmediği, daha önce defalarca deprem geçiren bu bölgelerde depremin öngörülemez ve mücbir sebep olarak kabul edilemeyeceği, bu şartlar altında idarenin sorumluluğu gereği inşaatların yapımını denetlemesi, az katlı ve depreme dayanaklı bina yapımını sağlaması gerektiği, idarenin sorumluluğunun denetleme yükümlüğünün yeterince yerine getirmemesinden kaynaklandığı, ayrıca şehirleşmede yer seçiminin yanlış yapıldığı, tarımsal alanların kentleşmeye ve sanayiye açıldığı gibi bu alanlarda gereğinden yüksek yapılaşmaya izin verildiği, böylesi jeolojik yapıya sahip bölgelerde bina tabanlarında sıvılaşmanın oluştuğu, bunun sonucunda da yıkımın kaçınılmaz olduğu ileri sürülerek bakılmak olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Davacılara ait deprem sonucu yıkılan yapının Adapazarı Ovasında yer aldığı, bu Ovanın bilimsel raporlarda alüvyon, düzensiz kil, silt, kum ve çakıl tabakalardan oluştuğu, Kuzey Anadolu Fay hattı ve kollarının şehir merkezinin güneyinden geçtiği, bu yörenin deprem yönünden Türkiye’nin en riskli ve depremselliği bilinen bölgelerinden biri olarak 1.derece deprem bölgesi olarak belirlendiği, zemin suyunun yüzeye çok yakın olduğundan deprem etkisini katlayarak artırdığının ifade edildiği, deprem açısından yöredeki bu kaçınılmazlık, idarelerin üzerine düşen görevleri yerine getirmeleri açısından daha özenli hareket etmeleri gerekliliğini doğurmakta olup, bu özene karşın doğacak zararın ancak karşı konulamazlık kapsamında değerlendirilmesi mümkündür. Uyuşmazlık konusu olayda, davacılar tarafından deprem sonucu yapının yıkılmasının deprem bölgesinde yanlış “yer seçimi” kararları ile bu kararlar sonucu seçilen yerde hatalı imalattan kaynaklandığı, davalı idarelerin yürütmekle yükümlü oldukları hizmeti kusurlu şekilde işlettiklerinin öne sürülmesi ve yukarıda belirtilen ilkeler çerçevesinde davalı idarelerin kamu hizmetini gereği gibi yerine getirip getirmediği, getirmedi ise zararın oluşmasında kusurunun yapı müteahhidine yüklenenin dışında hangi oranda olduğunun gerekirse dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak yeniden karar verilmesi gerekmektedir. Bu durumda, davalı idarelerinin kusuru bulunmadığı ve tazminata konu alacak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddi yolunda verilen temyize konu mahkeme kararında isabet görülmemiştir. Açıklanan nedenlerle, Sakarya 1. İdare Mahkemesinin 08.02.2006 günlü, E:2005/2911, K:2006/188 sayılı kararının BOZULMASINA, dosyanın adı geçen mahkemeye gönderilmesine 09.01.2009 gününde oybirliği ile karar verildi. (¤¤)

SONUÇ

Konu tüm yönleriyle oldukça teferruatlıdır ve bu makaleye tüm ayrıntıların sığdırılması mümkün değildir. Bu sebeple hak ararken hak kaybı yaşamamak için haklarınızı bir vekille dermeyan etmeniz oldukça önem taşımaktadır.

Depremde hayatını kaybeden insanlara Allah’tan rahmet yakınlarına ve tüm milletimize başsağlığı diliyoruz.

İşbu yazı bilgilendirme amacıyla yazılmıştır, hukuki sorumluluk kabul edilmez .Bu yazı FSEK anlamında hukuki eser niteliğinde olup bu yazının tamamının veya bir kısmının kopyalanıp başka websitelerinde yahut yazılı veya işitsel yerlerde yayınlanmasına ve kullanılmasına rızamız bulunmamaktadır. Aksi davranış tarafımızca takipte olup Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu’na binaen suç duyurusunda bulunulacak ve gerekli diğer hukuki girişimler sağlanacaktır. İşbu makale, elektronik imzalı ve zaman damgalı olup tüm hakları Av.Asilcan Tuzcu’ya aittir.

Devamını oku

ELEKTRİKLİ (HİBRİT)ARABASI OLANLARA DANIŞTAYDAN ÖTV MÜJDESİ

ELEKTRİKLİ (HİBRİT)ARABASI OLANLARA DANIŞTAYDAN ÖTV MÜJDESİ

Danıştay geçtiğimiz günlerde yayınladığı kararda HİBRİT araçlardan özel tüketim vergisi alınamayacağına hükmetti. Kararda elektrikli aracın benzin motorunun bulunup bulunmadığının sonuca etkili olmadığının da altı çizildi. Böylelikle elektrikli araca ÖTV ödeyenlerin de ilgili tutarı geri alma yolu açılmış oldu .

 

Kararın ilgili kısmı şu şekilde;

T.C DANIŞTAY 7.Daire Esas: 2019/ 3070 Karar: 2022 / 506 Karar Tarihi: 11.02.2022

“..Dosyanın UYAP kayıtlarıyla birlikte incelenmesinden, …. Vergi Mahkemesinin E:… sayılı dosyasında aynı araca ilişkin olarak İstanbul Teknik Üniversitesi Makine Fakültesi Otomotiv Laboratuvarınca hazırlanan … tarih ve … sayılı teknik raporda, aracın arka akstan hareketini sağlayan iki adet 2×150 KW gücünde elektrik motoru bulunduğu, ön akstan çekiş imkanı bulunmadığı, ön tarafında olup jeneratörü çalıştıran benzin motorunun aracın tekerlekleri ile mekanik bir bağlantısının olmadığı, sadece menzil uzatımı için elektrik motoruna enerji üretme işlevine sahip olduğunun tespit edildiği, anılan Mahkemece, 4760 sayılı Özel Tüketim Vergisi Kanunu’na ekli (II) sayılı listenin 87.03 pozisyonu altında yer alan sadece elektrik motorlu olanlar başlığındaki sadece elektrik motorlu ibaresinin, araçta elektrik motoru bulunmasını değil, aracın sadece elektrikli motorla hareket etmesini belirttiği, mekanik olarak tekerlekleri ile bağı olmayan, dolayısıyla aracı hareket ettirmeyen benzin motoru bulunmasından dolayı özel tüketim vergisi tahakkuk ettirilmesinde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle verilen dava konusu işlemin iptaline ilişkin kararın Dairemizin 07/12/2017 tarih ve E:…, K:… sayılı kararıyla onandığının anlaşılması karşısında, aynı araç nedeniyle yapılan dava konusu cezalı özel tüketim vergisi tarhiyatının iptaline ilişkin temyize konu kararda sonucu itibariyle isabetsizlik görülmemiştir..”

Devamını oku

MENFİ TESPİT DAVALARI (BORÇTAN KURTULMAK)

MENFİ TESPİT DAVALARI (BORÇTAN KURTULMAK)

Bir önceki yazımızda icranın zamanaşımı nedeniyle geri bırakılması (düşmesi) konusunu incelemiştik. Peki icra takibinin kesinleşmesinden sonra borçtan kurtulmanın bir yolu var mıdır? Bu soruya İcra ve İflas Kanunumuz’un 72 . Maddesi olumlu cevap vermektedir.

Menfi Tespit Davası Nedir ?

Menfi tespit davası ,bir icra takibinde itiraz süresini geçirmiş borçlu yararına getirilen bir davadır. Gerçekten de bir kimse ödeme emrinin tebliğinden sonra takibin şekline göre genellikle yasal 7 günlük itiraz süresini kaçırmış olabilir. Bu durumda borçlu, borcundan kurtulmak için menfi tespit davası açma hakkına sahiptir.

Menfi Tespit Davasında görevli ve yetkili mahkeme neresidir?

Bu dava türünde görevli mahkeme genel hükümlere göre belirlenmektedir. Örneğin kira sözleşmesi için icra takibi yapılmışsa sulh hukuk mahkemesi , bono(senet) için icra takibi yapılmış ise asliye ticaret mahkemeleri görevlidir. Önemli olan ,temel ilişkinin saptanmasıdır. Bir misalde senet , işçinin işverene işe girerken vermiş olduğu bir senet ise iş mahkemeleri görevli olacaktır. Görevli mahkemeyi belirlemek çok önemlidir. Zira görevsiz mahkemelerde açılan dava uzun yıllar sürebilir ve davanın kaybedilmesi durumunda davayı açan taraf yargılama giderlerinden sorumlu tutulacaktır.

Yetkili mahkeme ise icra takibinin yapıldığı yer veya alacaklının yerleşim yeri mahkemesidir. Bu davayı açmak isteyen kişinin bu iki mahkemeden birini seçme hakkı bulunmaktadır.

Menfi Tespit davalarında ispat yükü kime aittir.

Bilindiği üzre müddei iddasını ispatla mükelleftir. Bu davada ispat yükü, alacaklı olduğunu iddia eden davalı üzerine düşmektedir.

Senet borçlusu menfi tespit davası açabilir mi?

Bu soruya olumlu cevap vermek gerekmektedir. Bonoda borçlu olan kişi menfi tespit davası ikame edebilir. Ancak bu sefer ispat yükü ters çevrilmekte ve borçlu senetten dolayı borçlu olmadığını ispat etmesi gerekmektedir. Senetlerin illiyetten mücerret olması dolayısıyla ispat yükü, borçlu aleyhine ağırlaştırılmıştır. Ne var ki bu husus ,borçlunun borcundan kurtulamayacağı anlamına gelmemektedir. Çünkü duruma göre ticari defterlerin incelenmesini , hayatın olağan akışı ile ilgili gerekçelerin değerlendirilmesini yahut da bir kısım hükümsüzlük sebeplerine dayanma hakları vardır. Burada davanın kazanılması , doğru delile dayanmak ve doğru vakıaları ileri sürmekten geçmektedir. Yani örnek vermek gerekirse senet veren kişi bir hastalığa yakalanmıştır. Ne var ki hastalığın durumuna göre doğru ilaç verilirse hasta kurtulmaktadır.

Bankanın yaptığı takiplere karşı menfi tespit davası açılabilir mi?

Bu soruya da olumlu cevap vermek gerekmektedir. Çünkü güçlü bankalar , şahıslardan fahiş miktarda paralar almaktadır. Bir kişinin ana para borcu 300 bin TL iken 6 ay sonra borç miktarı 1.000.000 TL yi geçebilmektedir. Çoğu zaman kredi sözleşmelerinin her sayfasına hızlıca imza atan insanlar, artık bu imzadan dönülemeyeceğini düşünse de fahiş faiz miktarına karşı menfi tespit davası açılmasına Yargıtay cevaz vermiştir.

Aynı zamanda bankalar rehnin , ipoteğin paraya çevrilmesi yolu ile takibin yanı sıra , genel haciz yolu ile de ilamsız takip başlatmakta ve insanları bir anda cebri icra baskısı altına almaktadır. Bankalar önceden ipotek koyduğu taşınmazları ,evi,araçları sattırırken aynı zamanda da kişilerin evine ve iş yerlerine haciz uygulamaktadır. Yani bir borç için birden fazla icra takibi yapmaktadırlar. Vatandaşlar ise genelde bankaların karmaşık yapısı ve uyguladığı politikalar yüzünden dava açmaya çekinse de aslında haklarını arasalar bankalardan tazminat dahi alabilirler.Nitekim Yargıtay bir kararında ”bankanın basiretli bir tacir gibi davranması gerektiğini, huzurda alınmayan imza dolayısıyla cebri icraya başlamasının kötüniyeti gösterdiğine vurgu yapmış ve bankayı ağır tazminata mahkum etmiştir.Ayrıca haksız haciz yapılmasından dolayı manevi tazminat da talep edilmektedir.

Menfi Tespit Davası Kazanılırsa ne olur?

Menfi tespit davasının kazanılmasıyla birlikte takip olduğu yerde durur. Burada dikkat edilmesi gereken nokta davanın kesinleşmesiyle değil davanın kazanılmasıyla takibin duracağıdır. Daha kolay anlatmak gerekirse , dava ilk derece mahkemesinde borçlu lehine hükme bağlanırsa ,hükümle birlikte takip olduğu yerde durur. Artık dava kesinleşene kadar alacaklı ,borçlu aleyhine hiçbir icra takip ve haciz işlemi yapamaz. Kanunla getirilen bu durumun sonucu olarak , borçlular artık uzun yıllar süren istinaf ve temyiz aşamalarını beklemeyecektir.

Borcumu ödedim , menfi tespit davası açabilir miyim?

Bu soruya da olumlu cevap vermek gerekir. Borcunu ödemiş olan kişi de , aslında borçlu olmadığı parayı ödediğini ispat ederek geri alma davası açma hakkına sahiptir.

Borca kefil oldum , menfi tespit davası açabilir miyim ?

Gerek icraya kefalet gerekse borca kefalet veren kişi menfi tespit davası açabilir. Yargıtay da icra kefili olan kişilerin menfi tespit davası açma haklarının bulunduğuna vurgu yapmıştır.

Menfi tespit davası açmak istiyorum ancak dava giderlerini karşılayamıyorum , ne yapmam gerekir?

Bu davayı açan kişilerin üzerinde genellikle çokça haksız haciz ve icra takibi bulunduğu için fakirliğe düşmüşlerdir. Muhtarlıktan fakirlik belgesi alıp ” adli yardım talebiyle” dava harç ve giderlerini ödemeden dava açma hakları bulunmaktadır. Adli yardım talebini avukatlar da yapabilmektedir. Adli yardım çok teferruatlı bir konu olduğu için avukata danışılmasında fayda vardır.

MENFİ TESPİT DAVASI YARGITAY KARARLARI

T.C YARGITAY 11.Hukuk Dairesi Esas: 2020/ 5995 Karar: 2021 / 3833
Karar Tarihi: 20.04.2021

Bölge Adliye Mahkemesince, dava ve takibe konu bonolarda keşidecinin şirket eski müdürü … olduğu, kendisinin keşide ettiği davaya konu 4 adet bonoda temsilci olduğu, davacı şirketi temsilen şirket aleyhine aval verdiği, bono metinlerinden bu hususun açıkça belli olduğu, TTK 687. maddesi uyarınca senet metninden anlaşılan defilerin iyiniyetli hamile karşı ileri sürülebileceğinden senet metninden anlaşılan temsilcinin kendisiyle işlem yapma yasağı sebebiyle avalin davacı şirketi bağlamayacağı, hamilin bu hususu bilip bilmemesinin sonucuna etkili olmayacağı, davalı …’ ın senetleri yetkili olduğu dönemde düzenlemişse kendisi ile işlem yapma yasağı nedeniyle yetkisi sona erdikten sonra düzenlediyse yetkisiz olması sebebi ile aval işleminin geçersiz olacağının açık olduğu, geçersiz gerekçeye dayanılarak davanın reddine karar verilmesinde hukuka uygunluk bulunmadığı gerekçesiyle davacının istinaf talebini kabulü ile, ilk derece mahkemesi kararın kaldırılmasına, davacı talebi ile ilgili yeniden hüküm kurulmasına, davanın kısman kabulü ile, davacının Konya 4. İcra Müdürlüğünün 2015/1027 esas sayılı icra takibine konu bonolarından dolayı borçlu olmadığının tespitine,

MENFİ TESPİT DAVASI – TEMİNAT SENEDİ OLDUĞUNDAN BAHİSLE GEÇERSİZ OLDUĞU İLERİ SÜRÜLDÜĞÜ – LEHİNE AVAL VERİLENİN BORCU GEÇERSİZ OLSA BİLE AVAL VEREN BU GEÇERSİZLİĞİ İLERİ SÜREMEYECEĞİ – DİRENME KARARININ BOZULMASI

T.C YARGITAY .Hukuk Genel Kurulu Esas: 2017/ 19-3091 Karar: 2021 / 965
Karar Tarihi: 07.07.2021

ÖZET: Somut olayda, davacı aval veren tarafından senedin zorunlu şekil şartlarına ilişkin bir eksiklik ileri sürülmemiş, sadece teminat senedi olduğundan bahisle geçersiz olduğu ileri sürülmüştür. Oysa ki, Türk Ticaret Kanunu’nun ilgili maddesinin 2. fıkrası gereğince aval veren kişinin teminat altına aldığı borç, şekle ait noksandan başka bir sebepten dolayı batıl olsa da, aval verenin taahhüdü geçerlidir. Eş söyleyişle, lehine aval verilenin borcu geçersiz olsa bile aval veren bu geçersizliği ileri süremez. Hal böyle olunca tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

MENFİ TESPİT DAVASI – SENEDİN MÜVEKKİLİNİN ARACINA VERDİĞİ ZARARI KARŞILAMAK İÇİN TEMİNAT AMACIYLA VERİLDİĞİ – ALACAĞINI İSPAT YÖNÜNDE DELİLLERİNİ SUNMA İMKÂNI VERİLEREK SONUCUNDA BİR KARAR VERİLMESİ GEREKTİĞİ – DİRENME KARARININ BOZULMASI

T.C YARGITAY .Hukuk Genel Kurulu Esas: 2017/ 6-969 Karar: 2021 / 866
Karar Tarihi: 29.06.2021

ÖZET: Somut olay değerlendirildiğinde; davacı borçlu vekili dava dilekçesinde, icra takibine konu senedin oto kiralama sözleşmesinin eki niteliğinde olduğunu, oto kiralama sözleşmesinin son bölümünün boş olarak imzalatıldığını ve bu bölümün daha sonra doldurulmak suretiyle senede dönüştürüldüğünü, aracın kiralama bedelinin ödendiğini ileri sürerek takip konusu senet nedeniyle borçlu olmadığının tespitini istemiştir. Davalı vekili cevap dilekçesinde, davacının iddialarının ispatının HUMK’nın ilgili maddesi uyarınca senet ile mümkün olduğunu, kambiyo senedi vasfındaki bir senede karşı ileri sürülen iddianın senetle ispat edilmesi gerektiğini belirterek davanın reddini savunmuş ise de, …/…/… tarihli beyan dilekçesinde; müvekkilinden edindiği bilgiye göre senedin düzenleme amacının, davacı borçlunun müvekkilinin aracına verdiği zararı karşılamak olduğunu, müvekkilinin aracında meydana gelen zararın davacı borçlunun bilgisi ve sorumluluğu dahilinde gerçekleştiğini, davacının bu zararı ödemeyi kabul ve taahhüt ederek senedi imzaladığını belirtmiştir. İspat yükü kendisinde olan davacı borçlu, senedin teminat amacıyla verildiğini ispat edememiş ise de, davalı alacaklı vekili takip konusu senedin müvekkilinin aracına verdiği zararı karşılamak için teminat amacıyla verildiğini kabul etmiştir. Bu durumda mahkemece, davalı alacaklıya senet ile teminat altına alınan ve meydana gelen kazadan doğan alacak ve miktarını yasal delillerle ispat etme olanağı tanınmalı, alacağını ispat yönünde delillerini sunma imkânı verilerek sonucunda bir karar verilmelidir. Hâl böyle olunca; mahkemece Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

MENFİ TESPİT DAVASI – FAZLA ÖDEMENİN TAHSİLDE TEKERRÜR OLMAMAK ÜZERE DAVALIDAN TAHSİLİNE KARAR VERİLDİĞİ – EURO BEDELLİ ÇEKLER BAKIMINDAN BORÇLU OLMADIĞININ TESPİTİ İLE ÖDENEN BEDELİN İSTİRDADINA KARAR VERİLECEĞİ – HÜKMÜN BOZULMASI

T.C YARGITAY 15.Hukuk Dairesi Esas: 2020/ 2274 Karar: 2021 / 2765
Karar Tarihi: 16.06.2021

bozma öncesi kesinleşen 213.368,00 Euro eksik ve ayıplı iş bedeli bakımından davacının borçlu olmadığının tespiti ile dava konusu 3 çek bedeli olan 148.410 Euro’nun tahsilde tekerrür olmamak üzere istirdadına, kalan 64.958 Euro fazla ödemenin tahsilde tekerrür olmamak üzere davalıdan tahsiline, birleşen dava bakımından ise; tahsilde tekerrür olmamak kaydı ile davanın kabulü ile davaya konu 11/02/2009 ve 13/03/2009 tarihli 49.470,35’şer Euro bedelli çekler bakımından borçlu olmadığının tespiti ile ödenen bedelin istirdadına karar vermekten ibarettir.

İşbu yazı bilgilendirme amacı ile yazılmış olup hukuki sorumluluk kabul edilmez. Elektronik imzalı ve zaman damgalı olan makalenin başkaca web sitelerinde kullanılması halinde yasal işlem başlatılacaktır. Tüm hakları Av. Asilcan TUZCU’ ya aittir.

Devamını oku

İcra Takipleri Ne Zaman Düşer

Son yapılan istatistiklere göre ülkemizde her 4 kişiden 1 inin icralık olduğu , yani borçlarının bulunduğu ortaya çıkmıştır. Özellikle covid 19 virüsünün etkisi ile enflasyon çok fazla artmış ve bazı vatandaşlar maalesef ki borçlarını ödeyemez konuma gelmiştir.İnsan hayatı boyunca mutlaka borçlanmaktadır. Kimi zaman bakkaldan ekmek alarak kimi zaman iki milyon Türk Lirası değerinde teminat senedi vererek kimi zaman ise bir arkadaşına kefil olarak borç yükü altına girmektedir. Maalesef ki bazı kötüniyetli kişiler(alacaklılar) ellerindeki senetle aslında borcu olmayan parayı tahsil cihetine gittikleri sıklıkla gözlemlenmektedir.Peki  bir kimsenin borçlanması , borçluyu ömür boyu bağlayacak mıdır ? Daha doğrusu cebri icra ve haciz kılıcı borçlunun üzerinde ölene kadar sallanacak mıdır. İşte bu sorunun cevabına İcra İflas Kanunumuz cevap vermektedir.

İİK m. 33 ‘’ İlamın zamanaşımına uğradığı veya zamanaşımının kesildiği veya tatile uğradığı iddiaları icra mahkemesi tarafından resmi vesikalara müsteniden incelenerek icranın geri bırakılmasına veya devamına karar verilir’’..

İİK m. 71/2 ‘’ Borçlu, takibin kesinleşmesinden sonraki devrede borcun zamanaşımına uğradığını ileri sürecek olursa, 33 a. Maddesi hükmü kıyasen uygulanır’’ .

İlk bakışta tam olarak anlaşılmasa da bu hükümler alacaklının takip hakkı ve borçlunun mülkiyet hakkı ile ilgili düzenlemelerdir. Yani alacaklı takip hakkını yasanın belirlediği şekilde kullanmaz ise –borç icraya verilmiş olsa dahi – zamanaşımına uğrayacaktır. Bu düzenlemelerle borçluya ömür boyu haciz ve icra tehdidinin önü yasanın öngördüğü koşullarda kapatılmış olmaktadır.

Daha da somutlaştırmak gerekirse , senet veren bir borçluya karşı 3 yıldan fazla icra takibi yapılmaması durumunda –borçlunun ileri sürmesi şartıyla – o alacak zamanaşımına uğrayacaktır. Konuya İlişkin Yargıtay Kararı aşağıdaki gibidir.

T.C YARGITAY 12.Hukuk Dairesi Esas: 2018/ 1628 Karar: 2019 / 10272 Karar Tarihi: 13.06.2019

‘’..Takip dayanağı belge kambiyo senedi niteliğinde bono olduğundan, davaya konu olayda takip dayanağı senedin tanzim ve takip tarihi itibarı ile yürürlükte bulunan 6762 sayılı TTK’nun 661, 662. ve 663. maddelerinin uygulanması gerekir. TTK’nun 661. maddesi uyarınca bonolar için 3 yıllık zamanaşı öngörülmüştür. Somut olayda, örnek 10 ödeme emrinin borçluya tebliğ edildiği ve takibin kesinleştiği, takibin kesinleşmesinden sonra alacaklı vekilinin en son 03/01/2014 tarihinde satış talebinde bulunduğu, 06/01/2014 tarihinde de avansını yatırdığı ve zamanaşının kesilmiş olduğu, bu tarihten şikayet tarihi olan 09/01/2017 tarihine kadar dosyanın işlemsiz bırakıldığı ve yeniden başlayan 3 yıllık zamanaşı süresinin dolduğu anlaşılmaktadır..’’

Görüldüğü üzre bono(senet) borçlusunun borcu  3 yıl içinde zamanaşımına uğramıştır. Borcundan da kurtulmuştur.

DİĞER BORÇLARDA ZAMANAŞIMI SÜRESİ NE KADARDIR ?

Yukarıda sunduğumuz örnekte senet(bono) için öngörülen zamanaşımı süresi 3 yıldır. Ancak tüm borçlar 3 yılda zaman aşımına uğramamaktadır. Örneğin birisinden çek aldınız ve cirolayıp 3. Kişiye verdiniz. Çek karşılıksız çıktı ve yetkili hamil hem size hem de çek keşidecisine karşı icra takibi başlattı . Burada sizin borçtan sorumluluğunuz 6 aydır . Yani alacaklı 6 ay boyunca size karşı herhangi bir icra takibi yapmaz ise hukuken borçtan sorumluluğunuz ortadan kaybolmaktadır.

T.C YARGITAY 12.Hukuk Dairesi Esas: 2018/ 7195 Karar: 2019 / 8853
Karar Tarihi: 22.05.2019

‘’..Takip dayanağı belge kambiyo senedi niteliğinde çek olduğundan, çekin ibraz süresinin dolduğu tarih dikkate alındığında, olaya 6762 Sayılı …nun 726 ve 730. maddesinin göndermesi ile de 662 ve 663. maddelerinin uygulanması gerekir. …nun 726. maddesi uyarınca hamilin; cirantalarla keşideci ve diğer çek borçlularına karşı haiz olduğu müracaat hakları ibraz müddetinin bitiminden itibaren altı ay geçmekle müruruzamana uğrar. Borçlar Kanunu’nun 133. maddesine nazaran daha özel nitelikte bulunan ve TTK.’nun 730/18. maddesi gereğince çekler hakkında da uygulanması gereken aynı Kanunun 662. maddesinde zamanaşımını kesen sebepler, dava açılması, takip talebinde bulunulması, davanın ihbar edilmesi veya alacağın iflas masasına bildirilmesi şeklinde sınırlı olarak sayılmıştır. Öte yandan, alacaklı tarafından yapılan icra takip işlemleri de zamanaşımını keser. Alacaklının yapacağı icra işlemleri ile süre her defasında yenilenir, yeni bir altı aylık süre başlar.”

İcra takip dosyasının incelenmesinde; 12.04.2005-11.09.2006 tarihleri arasında borçlu şirketler hakkında altı aylık zamanaşımı süresi içinde takibi ilerletmeye yönelik talepte bulunulmadığından TTK’nın 726. maddesinde yazılı 6 aylık zamanaşımı süresi dolmuştur…’’

KİRA BORÇLARINDA ZAMANAŞIMI 5 YILDIR.

T.C YARGITAY 12.Hukuk Dairesi Esas: 2013/ 22852 Karar: 2013 / 32863  Karar Tarihi: 22.10.2013

‘’..Alacaklı tarafından takipte itiraz edilmeden kesinleşen kısım yönünden takip tarihinden (10.12.2002) talep tarihine (21.01.2012) kadar zamanaşını kesen herhangi bir takip işlemi yapılmadığı, dolayısıyla 5 yıllık zamanaşının gerçekleştiği görüldüğünden..’’

Bir borçlu sadece zamanaşımına dayalı olarak değil , icra takibine itiraz ederek , itiraz süresini kaçırmış ise borçlu olmadığını ispat sadedinde menfi tespit davası açarak , yahut borçlu olmadığı parayı ödemiş ise geri almak için istirdat davası açarak , suç duyurusunda bulunarak ve bu yazımıza sığdıramayacağımız daha bir çok dava çeşidinden birini açmak suretiyle borçtan kurtulma imkanına sahiptir.

Üstelik bazı davalarda da borçluya %20 den az olmamak üzere tazminat dahi verilebilmektedir. Burada önemli olan husus doğru hastaya doğru tedaviyi uygulamaktır. Siz de kefil olmuşsanız yahut ticari hayatınızda veya günlük yaşantınızda haksız olarak icraya verilmiş iseniz vakit kaybetmeden hakkınızı aramalısınız.

Web sitemizdeki tüm makale ve içeriklerin telif hakkı Av. Asilcan Tuzcu’ya aittir. Tüm makaleler hak sahipliğinin tescili amacıyla elektronik imzalı zaman damgalıdır. Sitemizdeki makalelerin kopyalanarak veya özetlenerek izinsiz bir şekilde başka web sitelerinde yayınlanması halinde hukuki ve cezai işlem yapılacaktır. Avukat meslektaşların makale içeriklerini dava dilekçelerinde kullanması serbesttir.

Devamını oku

Zina Sebebine Dayalı Boşanma Davası

Tanımı :

Zina Türk Hukuk Lügatında evli bir şahsın, eşinden başkasıyla cinsi münasebetlerde bulunması olarak tanımlanmaktadır. Zina evrensel bir boşanma sebebi olup evlilik birliğine karşı yapılmış en büyük hakaret ve sadakatsizliktir. Bu nedenle de her devrin boşanma sebebi olarak sayılmıştır.

Katalolik  Kilisesi Hukukunda sonsuz evlilik bağı gevşetilerek “ebedi” ayrılık sebebi sayılmışken Kuran’a göre insanlığı toplum ve birey olarak dejenere eden bir illettir.

Medeni Hukukta zina evli kişinin eşi dışında karşı cinsten birisi ile isteyerek gerçekleştirdiği cinsel ilişki iken İslam Hukukunda zina evlilik dışında yaşanan her türlü cinsel ilişki olarak tanımlanmaktadır.

Devamını oku

Kira İlişkisinin Feshi ve Kiralamanın Tahliyesi

        Kira sözleşmesi Borçlar Kanunu 299. Maddesinde “Kiraya verenin bir şeyin kullanılmasını veya kullanmayla birlikte ondan yararlanılmasını kiracıya bırakmayı, kiracının da buna karşılık kararlaştırılan kira bedelini ödemeyi üstlendiği sözleşme” olarak tanımlanmış olup kira sözleşmesinin yazılı olarak yapılmasına gerek yoktur. Kira sözleşmeleri adi kira, taşınmaz ve çatılı iş yeri kirası, ürün kirası olarak üçe ayrılır. Bu yazımızda ağırlıklı olarak karşılaştığımız konut ve çatılı iş yerlerine ait kira sözleşmesinin fesih yoluyla sona erdirilmesi, kiracının temerrüdü sebebiyle sona erdirilerek tahliyesi ve kiracının tahliye taahhüdüne dayalı olarak sona erdirilmesi ile tahliyesi konuları işlenecek ve bu yollara ilişkin icra işlemleri anlatılacaktır.

         Konut ve çatılı iş yerine ilişkin kira sözleşmeleri süreli veya süresiz olarak yapılabilir. Ancak öngörülen kira sözleşmesinin sona ermesi tarihinden önce kanunda belirlenen koşullarda bildirim yapılmadığı takdirde konut ve çatılı iş yeri kira sözleşmesi bir yıl daha uzamış olacaktır.

Devamını oku

Kıdem Tazminatı

A) Tanımı ve Uygulama Alanı:

         Kıdem tazminatı en basit ifade ile bir işçiye belirli şartları sağlaması halinde, kanunda yazan sebeplerle iş akdinin sona ermesi halinde işveren tarafından işçiye, işçinin son ücreti ve kıdemi dikkate alınarak ödenmesi gereken bir bedeldir.

         Kıdem tazminatı hala yürürlükte olan eski 1475 Sayılı Kanunun halen yürürlükte olan tek maddesi olan 14. Maddesinde düzenlenmiştir. İş Kanunu hükümlerinin uygulanmayacağı kurum ve kuruluşların personelleri ile sözleşmeli personelleri için kıdem tazminatı niteliğinde yapılan ödemeler de kıdem tazminatı sayılarak  bu konuda da Eski İş Kanunu 14. Maddesinin uygulanacağı hükme bağlanmıştır. Yine Deniz İş Kanunu’nda da kıdem tazminatı özel olarak düzenlenmiştir.Basın İş Kanunu’nda da kıdem tazminatı farklı kurallarla düzenlenmiştir.

Devamını oku

Mevcudu Eksiltme Suçu

ALACAKLISINI ZARARA UĞRATMA KASTIYLA MEVCUDU EKSİLTME SUÇU

Takip Hukuku, borçlunun malvarlığı üzerinde gerçekleştirilmekle kural olarak borçlunun şahsı üzerinde herhangi bir cebir uygulanmamaktadır.Ancak İcra İflas Kanunu ve Türk Ceza Kanunu’nda özellikle takip prosedürünün sağlıklı yürütülmesi, borçlunun veya üçüncü kişilerin kötü niyetli davranışlarının önüne geçebilmek için zorunlu olarak bazı suçlar düzenlenmiştir. İcra İflas Kanunu 331.Maddesi ve devamında bu suç türleri ve diğer düzenlemeler yer almaktadır. Bunlardan biri de Alacaklısını Zarara Uğratma Kastıyla Mevcudunu Eksiltme Suçu olup İİK 331. Maddesinde düzenlenmiştir.

Devamını oku

Tasarrufun İptali Davası

Tasarrufun İptali Davası, borçlunun alacaklılarına zarar veren bazı tasarruflarını, dava açan alacaklının alacağı ölçüsünde hükümsüz hale getirmeye yarayan dava olarak tanımlanabilir. İcra takibi başlatılması ve borçlunun malvarlığına haciz kayıtlarının işlenmesi ile bu malvarlığı üzerinde tasarruf yetkisi kısıtlanmaktadır. Ancak çoğu zaman borçlu, hakkında icra takibi başlatılacağının ve sahip olduğu malvarlığı üzerine haciz kaydı işleneceğini bildiğinden alacaklılara zarar vermek kastıyla, henüz tasarruf yetkisi kısıtlanmadığı dönemde bir takım hukuki işlemler yapar. İş bu iptal davasının amacı da borçlunun tasarruf yetkisinin kısıtlanmadığı dönemde, alacaklılarına zarar vermek kastıyla malvarlığı üzerinde yapmış olduğu hukuki işlemi, alacaklının alacağı ölçüsünde iptal etmek ve alacaklının alacağını dava konusu mal üzerinden, mal sanki hala borçlununmuş gibi cebri icra yoluyla tahsil etmektir.

Devamını oku

İhtiyati Haciz

Hukukumuzda dava sonucunda elde edilecek, kesin korumaya kadar geçen sürede hakkın kaybolmasını engellemek üzere geçici hukuki koruma düzenlemelerine yer verilmiş olup ihtiyati haciz bunlardan biridir. İcra İflas Kanunu’nda düzenlenmiş olup, diğer bir geçici koruma kurumu olan İhtiyati Tedbir ile karıştırılmaktadır.

İhtiyati haciz para alacaklarına ilişkin mevcut veya müstakbel takibin güvence altına alınması için mahkeme kararı ile borçlunun malvarlığına el konulmasını sağlayan geçici bir hukuki korumadır.

Devamını oku
  • 1
  • 2